Muhsin Kızılkaya

Haberturk

Ketum berber

Kasaba ahalisinin tamamı henüz güne başlamamıştı. Sadece işi olanlar sokaktaydı. Berber dükkanının önünde durdum, üç koltuğun ikisi dolu, biri boştu. İki kişi çalışıyordu, "on dakikalık işim var" dedi birisi, "peki ben bir gezinip geleyim" dedim. Oğlumun elinden tutmuştum. Havadan sudan konuşuyorduk, hava sıcaktı, çocuğun aklı başka yerdeydi, döndü

"Kaplanın Sırtında"ki mesaj!

Birisi size "benim hayatım roman" derse inanmayın. Ne kadar çileli ne kadar alengirli ne kadar karmaşık olursa olsun bir hayattan bir roman olmaz. Roman uzun veya kısa, bir hayatın içinden olsa olsa seçilen bir veya birkaç andır. Yaşayan veya yaşamış bir insanın hayatını romanlaştırmaya kalkışmak; yazar ne kadar büyük bir yazar olursa olsun, kelime

Bir facia, bir komünist, bir şeyh

Rıfat Ilgaz, 1940'lı yılların başlangıcında Türkiye'nin durumunu "Karartma Geceleri"romanında şöyle tasvir eder: "Çağ belliydi, kendisi gibi düşünenleri, batı sınırının ötesinde rahatça kurşuna dizebiliyorlardı. Sınırların ötesinde kalan uygar bir dünya, şimdi aydınların boğazlandığı bir tutsaklar ülkesiydi. Bu topraklar üstünde kelepçe vardı, pran

Ölüm ve yaşama sevinci!

Büyük şairlerin içinde en az günlük tutanlardan birisi Turgut Uyar'dır sanırım. Tuttuğu birkaç günlüğün birinde (Mayıs, 980) şunları yazar: "Günlük tutmaya hep kesinlikle karar veriyorum (bu 'kesinlikle' sözünü çok kullanıyorum) sonra sürdüremiyorum. Sonunda da kavradım galiba nedenini: Kendimle karşılaşmaktan korkuyorum. Bir sürü yanlışlık yaptım,

Annemin sandığı!

Ben doğmadan çok önce getirmişti babam o sandığı evimize. Musul çarşısından almıştı. Bir Süryani ustanın eseriydi. Siyah, ceviz ağacındandı... Kilit haznesinin etrafına armasını işlemişti usta, bir hattat inceliğiyle. Hayat bana, ben hayata dokunup renkleri ve kokuları seçmeye başladığım andan itibaren onu evin bir köşesinde buldum. Bir radyo vardı

Erden Kıral'ın "Yol"culuğu

"Kimsesiz ormanda devrilen ağaç ses çıkarmaz" sözü sanki tam da böyle bir ölüm için söylenmiş bir sözdür. Yine Bülent Korman ağabeyim haber verdi, "Erden Kıral da gitti," diye. Hemen baktım sağa sola, birkaç yerde haber olmuştu ölümü o kadar. Haberi ben de birkaç dostuma verdim, onlar da ilk defa benden duyuyorlardı. Oysa çok önemli bir sinemacıydı

Tabu deviren Prens!

Bütün babalar biraz babalarına, biraz da oğullarına benzer. Oğul gezdirmemiş baba azdır. Anneler daima çocuklarla yaşar ama bazı babanın "lütfederek" ayırdığı "özel" bir zamanı vardır çocuklarına. O gün bir hal siner üzerine. Elinden tutar, gezmeye götürülecek çocuğunu ona çok büyük bir hediye veriyormuş gibi evden çıkarır, çoğu zaman da çocuğun d

Muhammedi gülleri, lanetli mavzer, iki şair, iki şiir!

Devasa bir adayı çevrelemiş gölün, şehirden tarafa en inceldiği yerde küçük bir ada daha var. Köprüyü işte buraya yapmışlar. Bir ayağı o küçücük adada; sonra şehri büyük adaya bağlayan bir köprü daha Aynı köprünün devamı olan iki köprünün ayaklarının bulunduğu minnacık adada sadece güller var, gül bahçesinin tam karşısında da yan yana üç huş ağacı

Herkes herkesin "devrimci yargıcı"yken!

Hemen hemen her gün, "bıyıkları yeni terlemiş" birkaç delikanlının kör kurşunlara hedef olup kara toprakla buluştuğu o korkunç 70'li yılların siyasi ortamını, Demir Özlü'nün "Sürgünde On Yıl" adını verdiği hatıratında anlattığı şu olay kadar çarpıcı anlatan başka bir metinle karşılaşmadım şu ana kadar. "İstanbul'da bir gün, Sirkeci'de akşamüzeri yü

"Cellat havası!"

Rasim Özdenören, çok sevdiği Dostoyevski'nin, "Budala" romanında karşısına çıkan, "Gerçekten de tablonuz için benden bir konu istediğinizde şöyle bir öneride bulunmayı düşünmüştüm size: İdam sehpasında ayakta duran bir idam mahkumunun başını giyotinin altına koymadan bir dakika önceki yüzünü..." cümlesini okuduktan sonra mı "Yüzler" kitabındaki "İd