Fatih Yüksektepe

Milli Gazete

Zincirlerini Kalbinde Taşıyanlar!

Dünün köleleri, karanlık sabahların alacakaranlığında zincirlerin uğuldayan sesiyle uyanır, acımasız kırbaçların vuruşları altında şekillenirlerdi. Hayat, efendilerinin cömertliğine (!) bağlıydı, her nefes bir ödül ya da bir ceza kadar uzak ve belirsizdi. Direnmek, kaçış umutlarından daha çok ölüme teslim olmaktı; bedenleri yalnızca efendilerine ai

Makinenin dişlisinde kaybolan insan(lık)!

Sabahın erken saatlerinde şehir uyanıyor. Metro istasyonlarında acele adımlar, otobüs duraklarında yorgun yüzler... Herkes bir yerlere yetişmeye çalışıyor ama kimse nereye koştuğunu tam olarak bilmiyor. Her gün aynı döngü: alarm sesi, telaş, işe yetişme mücadelesi... Modern (!) dünya, insana "verimlilik" adını verdiği bir putu dayattı. "Daha hızlı

Bağırmayanlarda var!

Birileri konuşur, susanların yerine, Kelimeler dökülür, yüreklerinden değil. Oysa sustukça büyüyenler vardır, Gözleriyle anlatır, dileriyle değil. Bağırmaz herkes acıyı yaşarken, Kimileri çığlığı içe saklar. Bir yutkunma, bir bakış yeter bazen, Sessizlikten ağır söz mü var Duyan yoktur, sessiz bir feryadı, Görmeyen çoktur dolan gözleri. Ama sustu d

Sessizliğin ağırlığı!

Gürültünün hüküm sürdüğü topraklarda yaşamak ne garip, Bağıranlar duyulur, susanlar unutulur, Her sessizlik eksik sayılır, Her yalnızlık suçlanır. Bazıları vardır, bağırmaz, içinden konuşur, Kalabalığa karışmaz, kenarda durur; Ne düşmanlık taşır ne üstünlük arar, Sadece huzurun ince sesine dokunur. Sessiz kalan birine toplum hemen uzanır, Ama şefka

Hisseden insanlar aranıyor!

Acımasız bir iklimin ortasındayız… Düşünceler (!) gürültülü, duygular suskun. Zihinler dinleme sanatını yitirmiş birer yankı odası, Kalpler, kimsesiz bir sokakta yürür gibi – ıssız ve sessiz. Artık her şeyin ölçüsü var: Zaman, zulmün terazisinde tartılıyor; Sevgi, çıkarın hesabına yazılıyor; İnsan, verim cetvellerinde bölünüyor. Kalp kırıkları ise,

Acıyı bastırmak değil, anlamak!

Hayat, sanıldığı kadar parlak bir yer değildir. Belki de hiçbir zaman olmamıştır. Güneşli anların ardında biriken gölgeler, insan ruhunun görünmeyen kıvrımlarına sızar. Modern zamanlar bizi sürekli iyimserliğe, sürekli olumlamaya, hep "iyi hissetmeye" çağırıyor. Sosyal medyanın filtrelenmiş gerçeklikleri, kişisel gelişim kitaplarının her derde deva

Yürümek...

Yürümek… Bir adımda geçmişin s-olgun hatıralarını, Diğer bir adımda geleceğin puslu ihtimallerini taşımaktır. Toprağın sessiz dili vardır; Bir çatlak, bir kuru yaprak, bir taşın yerinden oynayışı — Hepsi, zamandan arta kalan hikâyeleri fısıldar insana... "Burada bir zamanlar bir soluk, bir umut, bir yürek vardı" der, rüzgârla savrulan bir iz gibi..

Gelecek vaat ettiler, etiket verdiler!

Bu ülkenin çocuklarına hayal kırıklığı doğuran hayaller anlatıldı. "Oku" dediler, "bir baltaya sap olursun." "Diplomanı al, hayatın kurtulur." "Başarıya giden yol eğitimden geçer" diye tembihlendi her kuşak. Anne babalar gece gündüz çalışarak çocuklarını okuttu. O çocuklar da inandı bu masala. Sayfalarca kitap ezberlediler, gecelerce uykusuz kaldıl

Zincirlerin gölgesinde yaşayanlar!

Zincir her zaman şakırdamaz, bazı zincirler sessizdir — duvara çarpmaz, yere sürtmez, ayak sürümez, Yalnızca ağır gölgesini örter üzerlere… Soğuk bir sabah gibi çöker omuzlara ve sen sanırsın ki bu ağırlık seninle doğdu, seninle büyüdü, seninle ölecek! Yalnızca demirden değildi bu zincirler, Bazen bir düşünce, bazen bir inançtı, Öylesine inatla örü

Kayıt dışı yaşayamamak!

Bir zamanlar, yalnızca ânın kendisi vardı; yalın, samimi ve gerçek anlarda saklıydı hayat,Bazen sevdiklerinle bir arada,Bazen akşam esen rüzgârla bir başına... Şimdi ise herkes bir kadrajın peşinde, bir çerçevenin içine sıkış(tırıl)mış hayat parçaları — sanki "yaşamak" için"görülmek"gerekirmiş gibi... Ne zaman unuttu insanlar Bir kuşun kanat sesini