Makinenin dişlisinde kaybolan insan(lık)!

Sabahın erken saatlerinde şehir uyanıyor. Metro istasyonlarında acele adımlar, otobüs duraklarında yorgun yüzler... Herkes bir yerlere yetişmeye çalışıyor ama kimse nereye koştuğunu tam olarak bilmiyor. Her gün aynı döngü: alarm sesi, telaş, işe yetişme mücadelesi...

Modern (!) dünya, insana "verimlilik" adını verdiği bir putu dayattı. "Daha hızlı ol, daha çok üret, daha az hisset" diyor. Sanki insanın değeri, dakikalarla ölçülür hale geldi. Oysa insanoğlu rakam değildir; o, ruhu olan bir varlıktır. Bir nefeslik huzur, bir lokma helal kazanç, bir damla alın teri… Bunlar kâr hanesine değil, vicdan terazisinde tartılabilir.

Bugün emeğin hakkını isteyenler "nankör, asi, huzursuzluk çıkaran" sayılıyor. "Sabret" diyorlar. "İdare et" diyorlar. Ama sabır, haksızlığa boyun eğmek değildir. Sabır, adaletin peşinde sebat etmektir. Çünkü adalet, sabrın meyvesidir; zulmün bahanesi değil...

Bir zamanlar "ekmeğini alın teriyle kazan" diye öğüt veren bir medeniyetin çocuklarıyız biz. Fakat ne yazık ki alın teri, bugün en ucuz meta haline geldi. Tuvalet sırası bile planlanan işçiler, sigortası eksik yatan çalışanlar, mesai ücretini alamayan gençler… Hepsi bu düzenin dişlileri arasında sıkışıyor.

Yöneticiler "Biz bir aileyiz" demeyi çok seviyor. Oysa aile, hakkı yemez. Aile, kardeşinin emeğini istismar etmez. "Aile" demek, birbirinin yükünü paylaşmak demektir; sırtına yük bindirmek değil...

Kapitalizmin acımasız çarkı, insanı yalnızca bir