Acıyı bastırmak değil, anlamak!

Hayat, sanıldığı kadar parlak bir yer değildir. Belki de hiçbir zaman olmamıştır. Güneşli anların ardında biriken gölgeler, insan ruhunun görünmeyen kıvrımlarına sızar. Modern zamanlar bizi sürekli iyimserliğe, sürekli olumlamaya, hep "iyi hissetmeye" çağırıyor. Sosyal medyanın filtrelenmiş gerçeklikleri, kişisel gelişim kitaplarının her derde deva reçeteleri ve çevremizdeki bitmek bilmez "pozitif düşün" baskısı, hayatın yalnızca aydınlık yanına bakmamızı öğütlüyor. Ama bu tek yönlü bakış, insanı bütünüyle kavrayamaz. Dahası, insanı insan yapan derinliğin kapısını da aralayamaz.

Çünkü insan yalnızca ışığın çocuğu değildir. O, aynı zamanda karanlığın, belirsizliğin ve acının da evladıdır. Neşeyi tanıyorsa, yasın ne demek olduğunu da bilir. Gülmenin hafifliği kadar ağlamanın ağırlığını da taşır omuzlarında. Ve ancak bu ikisinin dengesiyle yürüyebilir hayat yolculuğunda…

Sürekli olumlamanın ve kötüden kaçmanın yüceltilmesi, bizi kendi hakikatimizden koparır. Kötü düşünmekten korkarız, üzülmeye tahammül edemeyiz, sıkıntılarımızı bastırırız. Oysa ruhun çürümesi, tam da bu kaçışta başlar. Bu nedenle sürekli "olumlamadan" sürekli bir "oluşa" geçemez bir türlü insan… Bastırılan acı, görünmez duvarlara çarparak tekrar tekrar geri döner. Ve her dönüşünde biraz daha ağır, biraz daha karmaşık bir biçimde çıkar karşımıza…

İç dünyamızdaki çatışmalar, çoğu zaman dış dünyanın beklentileriyle uyuşmadığı noktada başlar. Bizden hep mutlu, üretken, neşeli ve uyumlu olmamız beklenir. Ama gerçeğimiz böyle değildir. Çünkü insan dediğimiz varlık, çelişkilerle örülüdür. Sevgiyle nefreti, umutla korkuyu, sevinçle hüznü aynı kalpte taşırız. Bu karmaşıklık, yok edilmesi gereken bir kusur değil, anlaşılması gereken bir gerçekliktir.

Bazı bitkiler yalnızca gölgede yetişir. Güneşi sevmezler. Işığa boğulduklarında sararır, kurur, ölürler. Gölgede ise kök salıp filizlenir, sessizce büyürler. İnsan da böyledir bir bakıma… Hep güneşe maruz kalan yanlarımız değil; gölgede kalan, acı çeken, sorgulayan, yalnız kalan taraflarımız da bizi biz yapar. Ve asıl orada, karanlıkta/acı ateşinde başlar dönüşüm.

Kimi acılar vardır, insanı yıllarca taşır. Geçmişte yaşanmış bir kayıp, çocuklukta hissedilen bir yoksunluk, derin bir yalnızlık ya da ismini koyamadığımız bir eksiklik... Bunları görmezden gelerek, üzerlerine parlak kelimeler serpiştirerek, "her şey güzel olacak" cümleleriyle susturarak yok edemeyiz. Çünkü acı, bastırıldığında sönmez. Bilakis içimizde yankılanarak büyür, şekil değiştirir ve bir gün, olmadık bir anda ortaya çıkar.

Bu yüzden insan, kendine dürüst olmalıdır.