Acımasız bir iklimin ortasındayız…
Düşünceler (!) gürültülü, duygular suskun.
Zihinler dinleme sanatını yitirmiş birer yankı odası,
Kalpler, kimsesiz bir sokakta yürür gibi – ıssız ve sessiz.
Artık her şeyin ölçüsü var:
Zaman, zulmün terazisinde tartılıyor;
Sevgi, çıkarın hesabına yazılıyor;
İnsan, verim cetvellerinde bölünüyor.
Kalp kırıkları ise,
ne bir grafikte yer bulabiliyor,
ne de veri tablolarında okunuyor.
Oysa bir tek özümüzdeki içrek titreşimdi,
bizi biz yapan —
bir başkasının acısında yanabilmekti insanlık.
Makineleşiyor hayatlar,
Bedenler değil, ruhlar pas tutuyor.
Dokunmadan geçiyor canlar birbirinin içinden,
bir selamı gecikmiş bir yük gibi taşıyorlar omuzlarında…
Zekâ var, evet. Keskin bir bıçak gibi parlıyor.
Fakat hissizleşmiş katı bir zekâ neye yarar
Merhametle yükselmeyen/ehlileşmeyen bir akıl,
bir çocuğun gözyaşını görmeden,
ölüm kusan silahları icat ediyorsa
Nezaket unutuldu,
o ince sızı yok artık sözlerimizde.
Şefkat yorgun,
anlayış sürgünde…
Ve biz,
birbirimize benzemeyen duvarlar kadar yabancıyız kendimize.
Oysa bir dokunuş,