Abdüllatif Uyan

Türkiye

Cenâb-ı Hak, bizi Cennette komşu eyledi"

Pîr Alî Aksarâyî hazretleri, bir sohbetinde şu menkîbeyi anlatır: Mûsâ Nebî, bir gün; "Yâ Rabbî! Cennette benim komşum kim olacak" diye sorar. Hak teâlâ buyurur ki: "Falan beldede filân kasaptır." O bunu öğrenir, o beldeye varır. Evini öğrenip kapıyı çalar. Kasap, Onu güler yüzle karşılar. "Hoş geldiniz!" der, içeri alır. Başköşeye oturtur hâtırını

Ey sultân! Seninle bir işim var

Veliyyullah Dehlevî hazretleri, bir gün sevdiklerine "Kibir felâkettir" buyurur. Ve şu menkîbeyi anlatır: Vaktiyle kibirli bir padişah vardır. Bir gün azametle biner atına! Giderken karşısına biri çıkar. Eski elbiseli bir ihtiyardır bu. Yaklaşıp selâm verir. O, kibrinden selâmını almaz. Ve kibirle ona sorar ki: "Kimsin, ne istiyorsun" "Seninle bir

Mızrağının ucundaki kefen!

Selâhaddîn Eyyûbî, bir ömrü müddetince İslâma hizmet etti. Nihâyet ölüm hastası oldu. Sandıktan kefenini aldı. Mızrağının ucuna bağladı. Ve onu bir tellâla verip; "Bunu sokak sokak gezdir ve (Ey ahâlî, bakın görün ki Sultan Selâhaddînin sonu budur işte. Bu kadar şân şöhret sâhibiyken, dünyadan bir şu kefenle gidiyor) diye seslen!" dedi. Tellâl, emr

"Murâdınız neyse söyleyin!"

Abdülhakîm Hüseynî, Anadoluda yaşıyan bir Allah dostudur. Sevenleri, bir gün bu zâta; "Efendim, filân hoca aleyhinizde konuşuyor" dediler. Cevâben: "Onun bu düşmanlığı, dostluğa dönüşecek" buyurdu. O anda kapısı çalındı bu zâtın. Açınca, o hocayı gördü eşikte. Ağlıyordu! Mübârek zât, ona buyurdu ki: "Murâdınız neyse söyleyin!" O, edeple arz etti ki

"Bu hayat hayâldir..."

Ahmet Mekkî Efendi (rahmetullahi aleyh), bir gün bir gence; "Bu hayat hayâldir. Dün öldü, yarın belli değil, öyleyse bugünü değerlendir. Önce dînini öğren ve öğrendiğinle amel et" buyurdu. Delikanlı sordu: "Dînimi nereden öğreneyim efendim" Büyük velî cevâben: "Bir Ehl-i sünnet âliminden. Öyle âlim yoksa o âlimlerin ilmihâl kitaplarından öğren. Bir

"Deniz de Allah'ın mahlûkudur..."

Allah dostlarından Hacı Keçeci Efendi'yi seven bir delikanlı, gemiyle yolculuğa çıkmıştı. O gün de hava sâkindi. Ama az sonra bir fırtına çıktı. Deniz kabarıp, parçalandı geminin yelken ve direkleri. Yolcular, feryat figan kelime-i şehâdet getirmeye başladılar! Delikanlı ellerini açıp; "Yâ Rabbî! Sevdiğin bir kulunu bize imdâda gönder!" dedi. Henüz

"Arayın, bulursanız, alın götürün!"

Fikirli Sinan Efendi, hâlis Allah adamıydı. Onu vesile ederek duâ edenler, kavuşurdu muratlarına. İşte size bir vâkıa: Sevenlerinden biri, iftirâya uğradı bir gün. Yakalanıp hapsedilecekti ki gidip sığındı bir dostunun evine. Memurlar peşindeydi. Onu tâkip edip o eve girdiğini görünce, gelip çaldılar kapıyı. Garip çaresizdi. Açtı ellerini köşeciğin

"Kaldır şu çakıl taşlarını önümden!"

Fikirli Sinan Efendi, hâlis bir Allah dostuydu. Kendi fakir, gönlü zengindi. Rabbinden isterdi her şeyi. Bir gün sevdikleriyle sohbette iken mağrur bir zengin girdi içeri. Bilmiyordu bu zâtın kıymetini. Çoban gözüyle bakıyordu ona. Altın dolu bir keseyi uzatıp; "Al şunu!" dedi kibirle. Bu zât sordu bu kendini bilmeze: "Ne var bu kesenin içinde" "Al

"Resûlullahı neşeli ve güler yüzlü gördüm"

Hazret-i Ebû Talha anlatır: Bir gün Resûlullah Efendimizin huzûruna girdim ve Onu, çok neşeli ve güler yüzlü gördüm. Sebebini sordum. Cevâben bana; "Nasıl sevinmeyeyim yâ Ebâ Talha! Az önce Cebrâil aleyhisselâm yanıma geldi ve (Ümmetinden bir kimse, senin üzerine bir salât ve selâm getirirse, Allahü teâlâ ve melekleri on salât ve selâm getirir) diy

"Bu iş, peygamberlerin vazîfesidir!"

Hazret-i Ebû Talha'nın evinde güzel bir yemek pişirildiğinde mutlaka Resûl-i Ekrem Efendimiz hâtırlanır, Onun da bu yemeğe iştirâkini isterlerdi. Onsuz yapamazlardı. Hazret-i Enes anlatır: Bir gün, üvey babam Ebû Talha tavşan avlamış, evde pişirilmiş, Resûl-i Ekrem Efendimiz için de bir hisse ayrılmıştı. Dinleyenler sordu: "Resûl-i Ekrem efendimiz