Abdüllatif Uyan

Türkiye

''Atın şunu karanlık mahzene!''

Mus'ab bin Umeyr (radıyallahü anh), Efendimizin sohbetini dinleyip îmânla şereflendi. Ama babası müşrikti. Ve habersizdi bundan. Bir müşrik, onu namaz kılarken görüp babasına koştu ve: "Gördüm, gördüm!" dedi, "Neyi gördün" "Mus'abın namaz kıldığını!" Bu ihbar (bomba) gibi patladı. Ve babası sorguya çekti Onu: "Sen, dinden mi çıktın", "Hayır! Dîne g

"Cansız heykeller aslâ ilâh olamaz!.."

Mus'ab bin Umeyr (radıyallahü anh), insan güzeli bir gençti. Mekke'nin en kibar delikanlısıydı. Tahsilli ve kıvrak zekâlıydı. Üstün fesâhata belâgata sâhipti. Zengin bir ailenin çocuğuydu. Ailesinin gözü onun üzerindeydi. Ama mutsuzdu, sıkılıyordu. Boşlukta gibiydi. Çok şey mânâsız geliyordu ona. Meselâ şu cansız putlara (tanrı) diye tapmayı kabul

"Cennette yerin nasıldır"

İkrime hazretleri hakkında zamanın bâzı büyükleri; "Hazret-i İkrime Basra'da bulundukça Hasan-ı Basrî hazretleri vaaz etmekten ve fetvâ vermekten çekinirdi" demişlerdir. Zîra o, büyük hadîs âlimiydi. Çok hadîs nakletmiştir. Bir gün de şunu nakletti: Allahü teâlâ, Cennetten ve Cehennemden birer kişi çıkardı. Cennetten çıkana sordu: "Ey kulum yerin n

"Yâ Rabbî! Gözünü güzel eyle!"

Uhud gazâsında Ebû Katâde'nin (radıyallahü anh) bir gözü çıkıp, yanağı üzerine düştü! Efendimiz, nûrlu elini uzattı. Çıkan gözünü, yerine koyup; "Yâ İlâhî, bu gözü eskisinden daha güzel eyle" diye duâ etti. Bu göz diğerinden güzel oldu. Ve ondan daha iyi görüyordu... Ebû Katâde'nin torunlarından biri, halîfe Ömer bin Abdülaziz'in yanına gelmişti

Kamçının ucundaki kandil!..

Devs kabîlesinin reisi Tufeyl, hicretten önce Mekke'de îmâna gelmişti. Kavmini îmâna dâvet için Resûlullah'tan bir alâmet, işâret, kerâmet istedi. Efendimiz kabul buyurdu. Ve ellerini açıp; "Yâ Rabbî! Buna bir kerâmet ihsân eyle" diye duâ etti. Duâsı kabul oldu. Tufeyl'in alnında bir (Nûr) parlamaya başladı. Tufeyl ellerini açıp: "Yâ Rabbî! Bu nûru

Hepsi de îmânla şereflendiler

Münâfıkların reisi Abdullah bin Übey bin Selûl, öleceğine yakın Resûlullah Efendimizi çağırdı. Teşrîf edince: "Arkanızdaki gömleği bana kefen yapınız" diye yalvardı. Efendimiz "Peki" dedi. Ve dediğini yerine getirdi. Cenaze namazını da kıldı. Medîne'de bulunan (bin) münafık, Resûlullah'ın bu merhametine hayran kalıp, hepsi îmânla şereflendiler.

"Ey açları doyuran Rabbim!"

Sevgili Peygamberimizin yanına, bir gün kendi kızı hazret-i Fâtıma geldi. Uzun süre aç kalmıştı. Hattâ benzi sararmıştı. Ona sevgiyle baktı. Ve elini göğsüne koyup: "Ey açları doyuran Rabbim! Muhammed'in kızı Fâtıma'yı aç bırakma" diye duâ buyurdu. Bu duâsı kabul oldu. Fâtıma'ya kuvvet geldi. Nûrlu yüzü kanlandı. Kuvvetlenip canlandı. Ve artık hiç

''Padişahın selâmları var''

Balıkesir Velîlerinden Sinan Efendi, bahçesinde çalışırken şık giyimli iki beyefendi geldi. Bunlar, Sultânın adamlarıydı. Pâyitahttan gelmişler ve Padişahtan hediye olarak bir kese (altın) getirmişlerdi. "Selâmün aleyküm baba." "Aleyküm selâm efendiler." "Sinan Efendi siz misiniz" "Evet benim." Memurlar, o keseyi uzatıp; "Pâdişahımızın selâmları va

Büyüklere itiraz etmeyin!

Balım Sultan, Balıkesir velîlerinden bir büyük zâttır. Kerâmetleri vardı. Meselâ o yerin bir vâlisi vardı. Bir gün bu zâta gelip; "Hocam, kısmetse bugün uzun bir yolculuğa çıkıyorum, bana duâ buyurun" dedi. Balım Sultan düşündü. Sonra Vâliye dönüp; "Bugün gitmeseniz" buyurdu. Vâli suâl etti: "Neden hocam" "Korkarım başınıza bir şey gelir" Vâli, "Pe

"Burası benim mezarım olacak!.."

Velî Şemseddîn Efendi'nin talebesinden biri sefere çıkmıştı. Sahrâda giderken yolu şaşırdı. Bitmez tükenmez çölün ortasında yapayalnız kalmıştı. Dört bir yanı kum deniziydi. Acıkmış ve susamıştı. Yorgun ve bitkindi. Ne yapacağını şaşırdı. Olduğu yere yığılıp kaldı! "Herhâlde burası benim mezarım olacak" diye düşünüp üzülüyordu ki, hocasını hâtırlad