Ragıp Karadayı

Türkiye

Ilık bir bahar sabahıydı veher tarafgül kokuyordu...

Sultanıma anlatacağım çok şeyler vardı. Sabah namazını Dicle kıyısındaki Küçük mescidde eda ettim, hemen düştüm yolaHalifemizle bir araya geldiğimizde akan sular durur, söz de zaman da bitmek nedir bilmezdi.Bu yaşadığımız durum, her zamanki hâlimizdi aslında. Dedim ya ben çulsuzun tekiyim! Ha kabristanda uzanıvermişim bir tümseğin kıyıcığına ha sar

Biri kızdı mı,oradan kaçacaksın, baş edilmez öyleleriyle Behlül!

Gel de böylelerine dayan dayanabilirsen Sultan'ım! Derdi ahiret olmayana bir meseleyi anlatmak pek zor!Harun Reşid:- Maksadı bu dünya olanların, dalavereden başka gelir kaynağı yok galiba. Türlü türlü dolap çevirmeden karınları doymuyor, iki yakaları da bir araya gelmiyor.- Gel de böylelerine dayan dayanabilirsen Sultan'ım! Derdi ahiret olmayana bi

Arada mesafe de olsa Halife'nin sesini duyabiliyordum...

Yüksek eyvandan bana doğru el sallayan Harun Reşid Sultan'ım, birden bulunduğu yere yığıldı, hıçkırıklaraboğuldu.BİR BARDAK SU ETMEYEN SERVET!..Sarayın bahçe kapısını yavaşça kapatıp dışarı çıkarken yalnız değildim. Kafam hep meşguldü. Hâlâ o sımsıcak sohbetin tesirindeydim ve muhabbetle doluydum. "Acaba bensiz ne yapıyordur" diyerek, hep Sultan'ım

"Bazısı tam verir, bazısı kısar, Cimri ile cömert, bir olmaz elbet"

Dicle kenarında tek başıma iç âlemimle muharebe ederken, gözümde canlanıverdi Sultan'ımın söyledikleri.Dışarıda yağan yağmur, gerilere itekliyordu envâiçeşit düşüncelerimi, bütün dert ve sıkıntılarımı. Önce her şey toprağın o tarifsiz kendine has kokusunu duymamızla başlıyordu.Yağmur sayesinde havalar birden serinleyip sokaklar rutubet karışımı çim

"Bu hayat bir masal ya da hikâye değil Sultan'ım!.."

"Ah Sultan'ım ah! İçimdekileri tam olarak bir anlatabilsem, kesin bana hak verirdiniz! Neylersin ki aciz kalıyor, izah edemiyorum hissiyatımı!"Harun Reşid:- Ben de onun için "Gel insanların içine gir!" diyorum! Sen ise "Danışayım" diyor, çerle çöple konuşuyorsun. Aramıza katılmamak için bahane üstüne bahane buluyor, bin dereden bin su getiriyorsun

Tatlı yiyelim tatlı konuşalımBehlül!

Tatsız, tuzsuz mu konuşuyorum Efendim! Sizi üzecek bir şey mi söyledim yoksaBu sözüme söyleyecek kelime bulamadı Sultan'ım. "Şöyle bir hareme uğrayıp geleyim" dedi çıktı başı önde. Ben de yaptığımız sohbeti zihnimde mütalaa ettim, aklımda kaldığı kadarıyla. İlkin söze, çok kaba saba başladığımı, Halife'mizin bu çirkin hâlime nasıl hüsn-ü zan ettikl

"Yerin üstünde, altında ve semada en çok ne var.."

Beklemediği suâlden dolayı mı, yoksa ciddiliğimi hafifletmek için mi ne Harun Reşid Sultan'ım ellerini dizlerine vurarak yine güldü.Dicle kıyısına gitme niyetiyle kulübemden çıktım. İstemesem de ayaklarım beni saraya doğru götürüyordu. Birden kendimi Harun Reşid Sultan'ımızın tahtının önünde buldum. Diyeceksiniz ki "O kadar da olmaz! Bir çulsuzun,

Ne zaman ki insan Hak'tanyüz çevirir o vakit vay hâline!..

Bazen öyle karışıktır ki her şey; hayatın mânâsını kaybeder, yitirirsin... "Ne istiyordum, ne kazandım, neler kaybettim" dersin...Behlül:- Eğer bir buğday tânesi bir dinar olsa, emrettiği gibi Allahü teâlâya ibâdet etsek, Rabbim bize vâdettiği gibi rızkımızı verir! Vâd-i ilâhi var bu hususta! Bilmez misiniz Sultan'ım- !!!Harun Reşid Sultan'ım boyun

"Ben ancak pamuklu hırka giyebilirim Sultan'ım!.."

Babamın nasihati:"Toprak üstünde yat. Lâkin bir döşek kazanmak için kimsenin önünde eğilip el etek öpme, pamuk hırka ile de yetin."Cennetin güzelliklerini, Cehennemin korkunç ateşini, azaplarını düşünerek kavruluyordum serin gecenin yine serin toprağında. Baktım bir ses: Kur'ân-ı kerîm okuyor. İyice dikkat kesildim; Cenâb-ı Hak: "(Resûl?üm!) Sen on

Serin gece, solgun ay ışığı ve garip derviş;Behlül

Henüz kapıya çıkmıştım ki tuhaf bir koşuşturmanın içinde kalakaldım. Kurt sürüsü, bir keçiyi bağırta bağırta kaçırıyor, sayısız köpekler kovalıyordu!..Herkes onu, deli, meczup sanırdı.Bakmadan görürdü, BEHLÜL-İ DÂNÂ!Onun gönül yarası, aşka kanardı.Bir ehl-igönüldü, BEHLÜL-İ DÂNÂ!Derdi, kâinatta, dengeler eşit.Fıtratın icabı, ins çeşit çeşit.Onun sı