Ragıp Karadayı

Türkiye

Yorulduğumu hissettim ve tarihî bir medresenin avlusuna girdim...

Niçin kötü şeyler düşünüyordum ki Kıvrak bir hareketle döndüm. "Dünya ne kadar da küçük" diye düşündüm.Yüreğim pır pır ederken etrafıma bakındım yeniden. Belli ki talebeler derslerine, işçiler işine gidiyordu. Niçin kötü şeyler düşünüyordum ki Kıvrak bir hareketle döndüm. "Dünya ne kadar da küçük" diye düşündüm. Biraz daha yürüdüm. Yorulduğumu hiss

İçimdeki fırtınaların dinmesini beklerken uyuyakalmışım...

Bu havalara, bu gidişata alışık olduğum mutat sabahlardan birini yaşıyordum. Vakit henüz erken. Sabah ezanı henüz okunmuş...UCUZ KAHRAMANLIK!..Fatih, Mihrimah Sultan, Hırka-i şerif, Sultan Ahmet Süleymaniye'de sadece namaz mı kılınır sanırsınız Ya İstanbul'un diğer göğe yükselen sanat eseri minareleriEzanlara, kalabalığa, korna ve vapur seslerine k

"Böyle nereden gelip nereye gidiyorsun hocamın oğlu"

Atımı çalıların birine bağladım. Verilenleri aldım heybeye yerleştirdim. Vakit kaybetmeden de vedalaşıp, ayrıldım.İmtihan neticelerini öğrenip kesin kaydımı yaptırdıktan sonra köye gitmek üzere yola çıktım. Asfaltta tekerleklerin sesi bana bir ninni gibi geliyordu. O kadar yorulmuştum ki; ta Erzurum'a kadar hep uyudum desem yalan söylememiş olurum.

Müflis bir tüccar gibi listelerin asıldığı panoya yaklaştım...

Listelerin asılı olduğu panoya iyice yanaştım. En alttan itibaren ismimi aramaya başladım. Alt sıralarda yani yedeklerin içinde yoktum.İstanbul'un yüksek binaları, camileri, her biri mızrak gibi göğe yükselen minareleri ardından kıpkızıl bir güneş doğuyordu yine. İlk geldiğim günkü gibi kalın giyinmemiştim bu sefer. Küçük kardeşim Sagıp ter döktüğü

Kendimi teskine çalışıyordum ama muvaffak olamıyordum!

İmtihanlardan ümitsiz çıkmış maksatsız bir şekilde yürüyordum. "Gelmişken bari İstanbul'u gezebildiğim kadar dolaşayım" dedim.Giymişler kırmızı al,Sordum ona bu ne hâlDedi çek git buradan,Biletini hemen al!Yarıştığım Avrupa görmüş, fikir ve sanat vadilerinde faaliyette bulunmuş ağzı sakızlı, hippi kıyafetli, parfüm kokan bitirimlerle; kaba bıyıklı,

Ortalık ana-baba günüydü...

Konuşmaları dinledikten sonra artık her şeyi kaybettiğime inandım.Bu şehirde her şey çok; araba, insan, mağazalar... Daha çok hayat dolu park ve bahçeler Oysa Erzurum hiç böyle miydi Evler boş ve sessiz; avlularda paslı sabanlar, kağnı tekerlekleri, ot, saman, artık kimsenin girip çıkmadığı yarı devrilmiş bahçe kapılarıİstanbul'la Erzurum'u ve bilh

"İstanbul şefkatli kollarını açmıştı ya, sen ona bak!"

Yavuzselim durağından 90 numaralı otobüse bindim. Karaköy'de inecek, vapurla Kadıköy'e geçecektim. Yolculuk bitmek üzere...Bir olan gönüller buluşur orda,Muhabbet membaı, bizim İstanbul.Nice güzellikler kavuşur orda,Nimetin kaynağı, canım İstanbul.Nasibi olanlar, arar bulurlar,Kendi evi gibi rahat kalırlar,Pek çok ikram görür, memnun olurlar,Gönüll

İstanbul, masallardaduyulanlara benzer bir his uyandırmıştı bende

Hızla hareket etmemden dolayı mı ne terliyordum. Her tarafa tatlı bir sıcaklık hâkimdi. Rüyalar âlemindeymiş gibiydim.Her taraf yeşilin muhtelif tonlarıyla, halı gibi döşenmişti. Aşılması imkânsız gri, kızıl karışımı kayalıklar, "Kötütaş" denilen bir lakapla meşhur olmuştu. Onu görünce hep ürperirdim. Acıklı hikâyesi vardı çünkü. Hep aklıma gelir,

"Cenab-ı Allah seni ikicihanda da güldürsün inşallah..."

Ailece babama karşı pek hürmetkârdık. O ayağa kalktığında biz de kalkardık. Dışarıdan gelince yine öyleBabamla annem"Bunda da bir hayr vardır. Rabbim neylerse güzel eyler" deyip sohbet ediyorlardı.Hüsna ninem hiç konuşmuyor, kahvaltı için herkesin yerini almasını bekliyordu. Babam ile annem içeri girince hemen toparlandım ayağa kalktım. Bu bende ta

Tezatlar kadar, endişelerim de o kadar büyüktü!..

O gece ben hiç uyuyamamıştım. Valizim akşamdan hazır baş ucumda, yatağın içinde döndüm durdum hep.Hacı babamdan hep önce kalkardı canım anacığım. Abdest suyunu hazırlar, bir kelebek hassasiyetiyle uyandırıverirdi, pek hürmet ettiği ve muhabbet dolu olduğu kocacığını. "O hafız-ı kelâm, Kur'ân-ı kerimi ezbere biliyor, ona sırf onun hatırı için, en bü