Sadelik mi gösteriş mi

Ünlü deneme yazarı Francis Bacon, bir yazısında "Erdem kendini en iyi sadelik içinde gösterir." der ve bunu yaşadığı döneme ait bazı kişilerle örneklendirir. Peki, siz hiç düşündünüz mü, insana sadelik mi yoksa gösteriş mi daha çok yakışır Ya da siz hangisini seversiniz Veyahut bizim toplumumuz hangisine daha çok meraklıdır "Kendimize bakarsak sadeliği; başkasına bakarsak gösterişi" dediğinizi duyar gibiyim. Ama öyle şey olmaz. Ya, nasıl olur Bunun için biraz geçmişimize, kültürümüze bakmamız gerekiyor. Türk mitolojisinin en önemli metinlerinden Oğuz Kağan Destanı'nın başkahramanı Oğuz Kağan'ın hayat karşısında aldığı tavır, basit denilebilecek kadar sadedir. O karışık ve kapalı şeylerden hoşlanmaz. Oğuz Kağan Destanı'nın yapısı ve üslubu da bu özellikleri taşır. Yine edebiyatımızın diğer önemli bir metni Dede Korkut Hikâyeleri'nde de bunu rahatlıkla görebiliriz. 448 yılında Hun hükümdarı Attila'yı ziyaret eden elçilik heyetinde bulunan Grek seyyahı Priskos, kendilerinin de bulunduğu bir yemekte Attila'nın tam bir sadelik içinde olduğundan bahseder. Grek seyyah orada gördüklerini şöyle anlatır: Orada bulunan Hunlara ve bize gümüş tabaklarda, Attila'ya ise tahta tabakta et getirmişlerdi. Her cihette mutedil ve kanaatkâr idiler. Misafirlere altın ve gümüş kadehler verildiği halde onun kadehi tahtadan idi. Sırtındaki elbiseleri, ayakkabıları, kılıcının kabzası, kılıfı ve atının takımları askerlerinkinden hiç de farklı değildi. Yalnız diğerlerinden daha temizdi. Osmanlı döneminde mimarinin zirvesi sayılan Selimiye ve Süleymaniye camilerinde de bu sadelik kendini gösterir. Gücünü, unsurların birbirine olan nispetinden ve azametinden alan bu yapılarda süslemeler; olması gerektiği kadardır ve asla mimarinin önüne geçmez. İran, Hint, Orta Asya ve hatta Selçuklu mimarisi ile karşılaştırıldığında bu fark çok daha iyi anlaşılır. Hatta Turgut Cansever, Nurosmaniye Camisi ile III. Ahmet Çeşmesi'nin süslemelerinin fazlalığından dolayı halkın bu durumu protesto eden gösteriler yaptığını dile getirir. Türk bahçe mimarisinde de sadelik dikkati çeker. Türk ruhu karışıktan çok sadeliğe yatkındır. Yabancı bahçelerde karışık çiçekler bulunduğu halde Türk bahçelerinde bir yatakta aynı tür çiçekler yer alır. Bunlar, uzaktan bakıldığında aynı motifin tekrarlandığı bir halı gibi görünür. Türk milletinin karakterinde var olan bu sadelik duygusu, sanatın her alanında kendini gösterir. Başta divan şiirinin bazı dönemleri sayılmazsa şiirde bile sadelik göze çarpar. Özellikle halk tarafından Yunus Emre ve Nedim gibi şairlerin çok sevilmesi bunun göstergesidir.1 Johnstone, İslami sistemde dinin, siyasetin, kanunların, davranışların ve geleneklerin, aynı nizamın değişik ifadeleri olduğunu ifade ederek bu çok yönlü sistemin her kısmında karakteristik özelliğin sadelik olduğunu ifade eder.2 Ona göre sadelik bu sistemin çekiciliğinin sırlarından biridir. Erol Güngör, Türklerin sadeliğine örnek olarak devletin en zirvesindeki insanların oturduğu yeri gösterir. Ona göre dünya tarihinin en büyük destanını yazan bu milletin karakterini anlayabilmek için onun hükümdarlarının yaşadığı Topkapı Sarayı'na ibretle bakmak bile yeter. Bu adamlar kendi şahsiyetlerini inandıkları kıymet sistemi uğrunda silmekle uğraşmış gibidirler. Topkapı Sarayı Tanrı'ya ve onun kullarına hizmet etmek üzere toplanmış dervişler tarafından kurulmuş mütevazı bir tekkedir. Nermi Uygur, Türkçe ile Almancayı karşılaştırarak Almancanın, her şeyi belli bir düzen çerçevesinde belirleyen, çözümleyip birleştiren bir dil olduğunu ve bu itibarla evrendeki şeyleri erkek, dişi, nesnel diye çeşitli türlere ayırıp bağladığını belirtir. Anadili Türkçe olan birinin, kendi dil duygusuyla bu tanımlıkları benimseyip öğrenmesi, hele bir çekidüzen gerekçesiyle eksiksiz uygulaması kolay bir şey değildir. Türkçede tanımlık diye bir şey yoktur. Almancayla karşılaştırılınca, Türkçe konuşanlara dünya, bir bakıma, daha yalın, daha 'bağımsız',