Benim meselem

Başlığı okuyunca ülkemizde belli bir kuşağın aklına hemen Müslüm Gürses'in aynı adı taşıyan meşhur şarkısı gelecektir. Ne diyordu rahmetli; Bu benim meselem, derin meselem Ezelden ebede giden meselem Hatırım çiğnendi kalbim kırıldı Ömrümün derdidir benim meselem... Başka bir şarkıda da denildiği gibi "Herkesin bir derdi var, durur içerisinde!" Evet, herkesin bir meselesi olduğu gibi bizim meselemiz de eğitim. Tıpkı şarkı sözlerinde olduğu gibi o bizim "derin meselemiz, ezelden ebede giden meselemiz!" Çünkü insanlık var olalı beri onun eğitimi de doğal olarak başlamış ve insanın kendi çocuğuna bile olsa bunu vermesi kolay olmamıştır. Nitekim eski Mısır metinlerinde bile zamane gençliğinden iyi eğitim almadığı için şikâyet edilmiştir. Hâsılı, eğitimin "ezelden ebede giden" bir hikâyesinden söz edilebilir. Eğitimciler olarak "hatırımızın çiğnendiği, kalbimizin kırıldığı" doğrudur. Özellikle öğretmenlerimizin bu konuda daha dertli olduklarını söyleyebiliriz. Bir taraftan ekonomik problemler diğer taraftan çeşitli sebepler yüzünden mesleğin itibarının azalmış olması ve daha niceleri sayılabilir. Ama hepsinden önemlisi, eğitimin artık "mimlenmiş" olması ki bu konuya başka bir yazda değinebiliriz- ve neredeyse iflah olmayacak bir vaziyete dönüşmesi; meseleyi hatırdan ve kalp kırıklığından öte, "ömrümüzün derdi" noktasına taşımıştır. Müslüm Baba'nın şarkısına devam edelim: Meselem, bir sevda türküsüdür Meselem, aşkımın öyküsüdür Meselem, yeryüzü gökyüzüdür Meselem, meselem... İsteksiz, zevksiz, mutsuz bir şekilde yapılan hiçbir işten verim alınamaz. Ancak bu durum en çok eğitim için geçerlidir. Dahası eğitimde olumlu motivasyonun hem öğrenen hem de öğreten için aynı anda olması gerekir. Çünkü eğitim asla negatif bir ortamda yapılamaz. Bunun için eğitimcilerin ağızlarında sürekli "bir sevda türküsü"nün olması ve bunu bir "aşkın öyküsü" gibi her gün, her ders canlı tutmaları gerekir. Nitekim Nurettin Topçu, "40 yıl muallimlik yaptım, bir gün abdestsiz sınıf kapısından içeri girmedim." derken İmam Hatip Okullarının kurucusu Celalettin Ökten Hoca, "Kara tahta önünde ölmek isterim." diyerek "aşklarının öyküsünü" dile getirmişlerdir. Aliya İzzetbegoviç, "Yeryüzünün öğretmeni olabilmek için gökyüzünün öğrencisi olmak lazımdır." tespitiyle eğitimciliğinöğretmenliğin ancak bilgi, birikim, görgü, şuur gibi yeterliklerle yapılabileceğini dile getirir. Biz buna kısaca, eğitim bir "yeryüzü-gökyüzü" meselesidir, diyebiliriz. Şarkımıza dönelim: Cevapsız sorular, üst üste biner Kördüğüm misali benim meselem Hasretin korkusu ruhuma siner Yanına çağırır beni meselem. Dünyada eğitimle ilgili "sorular"ını bütünüyle cevaplayabilmiş ülke yoktur. Bu durum hayatın doğası gereği akışkan olması ve dolayısıyla insanların beklenti, istek ve problemlerinin sürekli değişmesiyle ilgilidir. Böylece eğitimde bir sorun çözülmeden diğeri başlar. Bunun için mezkûr