Birkaç sene evvel değerli bir hocamız emekli olunca kendisine yöneltilen "Hocam, tekrar sınıfa, derslere dönseniz derste en çok ne yapardınız" sorusuna "Derste öğrencilerle birlikte düşünürdüm." cevabını vermişti. Hocadan bu önemli tecrübeyi öğrendikten sonra ben de naçizane zaman zaman bunu sınıfta uygulamaya gayret ediyorum. Bu çoklu düşünmelerin
Hilmi Ziya Ülken'e göre Dede Korkut Kitabı'nın en mühim hikâyesi Deli Dumrul'dur. Bu hikâye, kendini varlıktan müstakil addeden insanla, insanı kendine benzetmek isteyen varlığın mukadder kuvveti arasındaki bir mücadeleyi tasvir eder. Deli Dumrul iradesinin gururuyla mukadderatı, yani eceli inkâr eden ve onun timsali olan Azrail'le boy ölçüşmek ist
1967 yılında Sezai Karakoç "Akif'in Doğumu" başlıklı yazısına şöyle başlıyor: "Otuz bir yıl önce bugün Akif, dünya vaktini doldurdu, ahiret vaktine başladı. Ölüm bir son değil başlangıçtır. Nitekim ölülerin arkasından okuduğumuz Fatiha da Kur'an-ı Kerim'in başlangıç suresidir. Ölü, bu hayattan üstün ve ileri bir hayata başlayandır. Hele, ölen, kend
Sanırım bu soruyu ilk defa duyuyor okuyor olmalısınız. Haklısınız, bana da henüz sorulmadı. Ancak cevap vermeden önce neden böyle bir soruyla muhatap olduğunuzu anlatmam gerekiyor. Çünkü sorunun ve dolayısıyla cevabının değeri burada yatıyor. Gözün yazıyı görmesi, zihnin bunu kendine özgü bir şekilde anlamlandırması şeklinde tanımladığımız okuma,
Ahmet Hamdi Tanpınar, "Kim olursak olalım, nasıl yetişirsek yetişelim, hayat tecrübemizin mahiyeti ne olursa olsun, bizim ağzımızdan hâlâ okuduğumuz Frenk kitapları konuşmaktadır. Tıpkı bizden öncekiler gibi." diye yakındığı mesele bizim de içinde bulunduğumuz Batılı olmayan toplumların bugün en önemli sorunlarından biridir. Çünkü bu mesele özellik
© 2016