Denizin sahibi!

İSTANBUL'DAKİ çocukluğumun Yenikapı'sında her köşeden denize girerdik. 60'lı yıllar yaşlarımız 8 ila 10 arası. Büyükler bizleri korkutmak için espri yapardı, "kaçın, denizin sahibi geliyor!" Hayatta hiçbir şeyi olmayan gecekondu çocukları denizden çıkıp kaçardık. Sonra okumuş abilerden biri, "ne kaçıyorsunuz lan!" demişti, "denizin sahibi sizlersiniz!" Not: Bizlere sahip çıkan o delikanlı ihtimaldir ki 12 Eylül'de asılmıştır. O zamanlar vicdan vapurları vardı da en çok vapurlarda okunurdu gazeteler. Temiz bir Türkçesi mevcuttu gazetelerin, insanlar vapurlarda ellerinde tuttukları gazeteleri karşı koltuktaki insanların okuduğunu da düşünüp dakikalarca sayfayı çevirmezdi. Serveti onuruyla ölçülen delikanlıların ve haysiyetli kadınların bol olduğu yıllar. Paranın her şeyi yenmesiyle güzel değerler kayboldu, kazanmak için de çaba harcanmadı. İnsanlık deniz seviyesinin ne kadar altına çekildiyse, alçaklık o kadar el üstünde taşınır hale geldi. Deniz denince ilk akla gelen Bodrum. Eğer deniz kıyısındaki bir otele gecede bilmem kaç bin lira ödeyecek durumunuz yoksa; Bodrum'da denize girebilmek için ağaların beylerin belirlediği fiyatları ödemek zorundasınız. En kötüsü kişi başı 500 lira, kıyıya yaklaştıkça binlerce lira. "Siz kimin denizini kime satıyorsunuz lan!" deseniz kendiniz haykırır kendiniz dinlersiniz. Üstünüze salacakları yarmaların "patronlarına hizmet aşkını" da test etmiş olursunuz. Buna "beach kültürü" deniyormuş. Duydum ki kapıya kadar gelip o beach'e giremese de kapıdaki korumalara bahşiş verip fotoğraf çektiren ve o fotoğrafı sosyal medyada paylaşmayı erdem sayanlar varmış. O fotoğrafların altına; "sizin gibiler oldukça bu ülkenin sırtı yere gelmez" diye not düşülmeli. Böyle gösterişli kıyılarda "yoğrulan" insanlardan "hamur heykel" bile yapılır! O yüzden ünlü kadınların kumsaldaki ayak izleri bile binlerce kişi tarafından takip edilirken denizyıldızlarının dipteki şansını sorgulamanın anlamı yok. Sakın ha yanlış anlaşılmasın, bu yazıyı beach'lerde kendilerine