Seyretmek veya sanat nedir

Bazen bir yolculukta, bazen bir şehre girdiğinizde, bazen bir kanyona giden yolda, bazen bir nehir kenarında, bazen de bir dağ yamacında çıkar karşımıza. Şimdilerde hemen her şehrin bir "seyir tepesi" vardır. Benim doğduğum şehir Hakkari'de; görenler bilir, her tepenin doruğu, her dağın yamacı, her kalenin başı kendiliğinden doğal bir "seyir tepesi"dir. Ama adı konmuş, resmi makamlarca tescillenmiş bir "seyir terası" veya "tepesi" yakın bir zamana kadar yoktu. Şehre metrelerce tırmandıktan sonra bir tepenin başında dönen bir virajla girilir, oranın Kürtçedeki adı "serê solan"dır. "Ayakkabıların çıkarıldığı yer" anlamına gelir! Size de tuhaf geldi değil mi; ne alakası var ayakkabının bir şehre girmekle Var, öyle bir yer ki burası, burada ayakkabılarını çıkaracak, şehre öyle gireceksin. Eve ayakkabıyla girilmez çünkü. "Eşik" demek belki daha doğru "serê solan"a "Serê solan"dan girilir şehre, oradan çıkılır şehirden, başka da bir yol yok, giriş çıkış tek kapıdan... Vakti zamanında son Hakkari Miri Nurullah Bey, 1847'de Cizîra Botan'da ayaklanan Bedirhan Bey isyanında "dahli" görüldü diye yolu nefiye çıktığında "serê solan"da azıcık durmuş, son defa şehrine bakmış Sonrasını Kürt dengbêjleri birkaç kıta şarkıya dökmüşler: Mîr dibêje mudebire Serê solan xwe vegire Welat şirîne tê fikure (Emir müdebbire diyor ki Serê Solan'da oyalan biraz Memleket güzel, son defa bak ona) En son gidişimde gördüm; Hakkari Mir'i Nurullah Bey'in şehre son defa bir kez daha baktığı yerde, şimdi bir "seyir terası" yapmışlar. Bir kayanın en sivri ucuna Etrafında demir korkuluklar var, Allah muhafaza, aşağısı metrelerce uçurum. Buradan derin bir kanyonu seyredersin Taşlara çarpa çarpa giden Ava Zê'yi (Zap suyu) takip edersen kuşlarla birlikte uçup kendini Şattülarap'ta bulursun. Seyretmek zihinsel bir faaliyettir. Güç gerektirmez. Gözle bakarken, bir süre sonra gözlerinin yerine zihnin geçtiğini, gördüklerinin başka bir mana kazandığını hissedersen, şiir alemine girmişsin demek. O hali zihninde birtakım görüntülere, o görüntüleri birtakım gürz ağırlığında kelimelere dökebiliyorsan eğer şairsin; yok bunu beceremiyor, karşındaki şeyleri sadece gözlerinle görüyor neyse öyle algılıyorsan, sen de benim gibi sıradan bir insansın demek. ("Erkekler kadınları seyreder, kadınlarsa seyredilişlerini seyrederler"- John Berger) Seyretmek uzaktan yapılan bir iştir. Seyredileni yakına getirir. Giden bir gemi en çok mevzu olmuştur seyir faaliyetine Giden gemiyi seyredenler vardır, geminin güvertesinde onları seyredenleri seyredenler de... Adını Orhan Veli "Ayrılış" koymuş ve sonrasını şöyle getirmişti: "Bakakalırım giden geminin ardından Atamam kendimi denize, dünya güzel Serde erkeklik var Ağlayamam" Ağlayan bir bebeği seyretmek güzel değildir, insanın içini kıyar ama uyuyan bir bebeği seyretmek muhteşemdir; okul bahçesinde oynayan çocukları, bebeğiyle oynayan bir kızı, emekleyen bir sabiyi, annesinden süt emerken uykuya dalan bebeği, yağmurlu bir havada, yağmurun bir kamçı gibi camları dövmesini, denize şapur şupur düşen yağmur damlalarını, bir kumsalda, arada bir ayakları suya değen, sırtında pelerinli bir süvariyle dört nala kalkmış bir atı, yanan bir ateşin çıtırtılı derinliğini, keman çalan narin bir kadını, suyun üzerinde ateş böcekleri gibi parlayan yakamozu, bir deniz kenarında gökte bakır bir siniye dönüşmüş dolunayı, büyük bir sessizlik içinde, ardından bir uğultu bırakarak gökten inen karı, bir dağ başı yaylasında karanlık bir gecede yanan sönen, kayan, duran yıldızları, Van Gogh'un çiçeklerini, İsveç'in en kuzeyinde bir kış günü kutup ışıklarını, loş bir odada yanan titrek mum alevini, uyuyan sevgilinin masum yüzünü, Kadir İnanır'ın parmakları arasında tuttuğu sigarayı, Türkan Şoray'ın düğme gözlerini, Nuri Bilge Ceylan'ın objektifinin gördüğü her şeyi, Yaşar Kemal'in kelimeleriyle şahlanan, altüst olan doğayı, Marmaris'ten Datça'ya giderken Balıkaşıran geçidinde karşında uzanan Gökova gölünü mü desem, körfezini mi desem, işte orayı, yine aynı yerde sağa dönüp yarımadanın aldığı kıvrımlı, inişli çıkışlı şekilleri, Galata Köprüsü üzerinden Süleymaniye Camisini, Süleymaniye Camisinden İstanbul Boğazını, Ortaköy'den Üsküdar'ı, Beylerbeyi'nden Bebek'i seyretmek insanın şiire en yaklaştığı an olsa gerek. Belki de bu yüzden, "Dağ görgüsü kazanır Ağrı'yı bir kez görse de kişi. Marmara'dan yirmi yılda çıkaramayacağı gerçeği Okyanusu beş dakika seyretmekle kavrar" demiş Cemal Süreya. Seyretmekten seyretmeye fark vardır aynı denize baksan da Mesela Yeşilköy'den seyredin Marmara'yı veya Cadddebostan'dan dümdüz denizi... Karşı kıyı yoksa denize bakmak çöle bakmaya benzer. Gündüz gittikçe ince bir hal alan sıkıcı bir ufuk çizgisi, gece ise bıçak işlemez bir kör zılmat Ne şiir ne gazel Karşı kıyıyı görmek lazım haz almak için denizden. Oradaki ağaçları, çiçekleri, renkleri, içinde yaşayan insanları Hayali büyüten kıyıdaki devinimdir çünkü. Mesela Kuzguncuk'tan Beşiktaş'a, Yıldız'a, Emirgan'dan karşı tarafa bakın Mesafeler kısadır. Bir altın oran çıkar karşınıza. Her şey muhteşemdir. Hülyalara daldırır insanı. Belki de aradığım her şey oradadır der, bulunduğun yerden memnun kalmaz, daha güzel diye kalkar oraya gider, oradan geldiğin yere bakar, yok yok geldiğim yer daha güzeldi der, kalkar tekrar geldiğin yere geri dönersin. Her denize bakan evin manzarası yoktur; benim evim