"Kart-kurt"tan, suçlu Kürtçe kelimelere

Her dönemde dil yasakları oldu. Abdülhamit döneminde "zındık muhalifler" sık sık kullanıyor diye "grev, suikast, ihtilal, anarşi, sosyalizm, dinamo, dinamit, infilak, kargaşalık, kanuni esasi, hürriyet, vatan, büyük burun (Abdülhamid'in burnu büyük olduğu için), istibdat, cumhuriyet, inkılap, tahtakurusu (yanlışlıkla tahtı kurusun diye okunabileceği için)" gibi kelimeler yasaktı. Kullanan, yazan Fizan'a sürülüyordu. Cumhuriyet döneminde de Öz Türkçe harekatı başladı, bu kez eski dildeki bir yığın kelimeye savaş açıldı, dilin canına okundu. Sonra 12 Eylül oldu, bu dönemde de "anarşist solcular severek kullanıyor" diye bazı kelimeler yasaklandı. Yasakları önce TRT duyurdu. Bundan böyle TRT yayınlarında, "evren, koşul, örneğin, yanıt, neden, devrim, özgürlük, ulus" başta olmak üzere bir yığın "sakıncalı" kelime kullanılmayacaktı. Bu yasaklardan sonra Aziz Nesin, "Ben bundan sonra Sayın Kenan Evren'e Sayın Kenan Kainat diyeceğim," diyerek "evren" kelimesini bile yasaklayan güruhun kalesine şahane bir gol attı. Çok uzun bir süreden beri şükür devlet elini dilden çekti, "kelimeleri rahat" bıraktı. Rahat bıraktı bırakmasına ama galiba "devlette devamlılık esastır" kuralı bozulmasın diye bu kez Kürtçe kelimelere sıra geldi. Ne alakası var demeyin, pazartesi günü Nagehan Alçı da Habertürk'te yazdı; devlet Kürtçenin üzerinde yasaklar kalktıktan, TRT Kürtçe TV ve radyo yayınlarına başladıktan, Kültür Bakanlığı klasik Kürt edebiyatının temel eserlerinin önemli bir kısmını yayınladıktan, Kürtçe matbuat serbest bıraktırdıktan sonra bir savcı çıktı, Kürtçenin bazı kelimelerini seçip, "bunlar Kürtçenin Kurmanci lehçesinde yer almıyor, bunlar terör örgütünün uydurduğu kelimeleridir" diyerek onlara "suç malzemesi" muamelesini yaptı. Geçmişte "Kürtçe bir dil değildir" diyen savcılar gördük. "Kürtçe; Türkçe-Arapça-Farsça karışı 900 kelimden müteşekkil ilkel bir lisandır" diyenlerini de gördük. Bitmedi, "Kürt diye ayrı bir millet yok, orada yaşayanların karda yürürken çıkardıkları kart-kurt seslerinden dolayı onlara Kürt denmiş" diyenler de bazı iddianameler yazdı. Ama böylesini ilk defa görüyoruz. İstanbul'da yürütülen DİAYDER davasının iddianamesini hazırlayan savcı; "sanık imamların hutbe içinde kullandığını" ve "Ülkemizde kullanılan Kurmançi lehçesinde bulunmayan yöre halkı tarafından kullanılmayan, sonradan PKKKCK terör örgütü tarafından kullanılıp benimsenen "Civak (topluluk, cemaat), Bawermend (İnananlar), Heja (Değerli), Jiyan (Yaşam), Henber (Karşı), Rümet (Onur, Şeref), Parastın (Savunma), Armanç (Amaç), Navent (Orta), Taybet (Özel), Astengi (Sıkıntı), Aşiti (Sulh, Adalet), Ol (Din), Cüda (Ayrı), Davi (Son), Wekhavi (Benzerlik, Eşitlik) Bersıw (Cevap) ve Rojihilat ( Doğu) gibi Kürtçe terminoloji kelimeleri kullandıklarını" tespit ederek bu kelimeleri "suç aleti" saydı. Cümle bir tuhaf biliyorum ama savcının cümlesini düzeltmeye birkaç dil alimi lazım. Anlamanız gereken şu. Yakalanan imamlar cuma günleri camilerde verdikleri hutbelerde bazı Kürtçe kelimeler kullanıyorlar. Bu kelimeler "yöre halkı" (bölge halkı daha güzeldi be sayın savcım) tarafından kullanılmıyor, çünkü Kürtçenin Kurmanci lehçesinde yer almıyorlar. PKK'nın uydurduğu kelimelerdir bunlar ve onları kullanmak suç... Bu arada cümlenin içinde "terminoloji" kelimesi niye geçiyor, ona anlamış değilim. Neyse... Kürtçe alfabeyi, 1971 12 Mart askeri darbesinden sonra Diyarbakır Cezaevi'ne tıkılan Kürt münevverlerinin, savcının "Kürt diye bir şey yoktur, Kürt kelimesi oradaki vatandaşların (henüz "bölge halkı" kavramı icat edilmemişti) karda yürürken çıkardıkları 'kart-kurt' sesinden geliyor," iddiasına karşı; Kürtlerin var olduğunu, Kürtçenin bir alfabesi olduğunu, bu alfabenin 33 harften müteşekkil olduğunu, Kürtçenin Ortadoğu'nun en kadim dillerinden birisi olduğunu ortaya koyan savunmalarından öğrenmiş, hayatı boyunca Kürtçenin özgürleşmesi mücadelesini vermiş, Türkiye'de "Kürt sorununun" aslında bir "Kürtçe sorunu" olduğuna inanmış, bu alanda birçok kitap yazmış, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "baldıran zehri içme pahasına" başlattığı "çözüm sürecine" candan destek vermiş, bu yüzden "Akil İnsanlar" grubunda çalışmış, bir dönem Ak Parti'de milletvekilliği, daha sonra da Başbakan Başdanışmanlığı yapmış, Kürtçeden Türkçeye beş bin sayfaya yakın edebiyat çevirisi yapmış bir yazar olarak savcının bu iddiası karışında nutkum tutuldu. Şaştım kaldım. Ya bu savcı annesinden mükemmel Kürtçe bilerek dünyaya gelmiş, ya da en az benim kadar Kürtçeye kafa yormuş, hangi kelimenin hangi insan, hangi inanç sahibi, hangi örgüte mensup insanlar tarafından kullandığını bilebilecek kadar dile vakıf bir filologtur. Başka türlü Kürtçedeki bu ayrıntının künhüne varması mümkün değil. Gerçi örnek verdiği o kelimelerde bile bir sürü gramer hatası yapıyor, "rûmet"i "rümet" diye yazıyor (Sayın Savcım Kürtçede Türkçedeki gibi bir "ü" harfi yok), "wekhevî"yi "wekhavi" diye yazıyor, "hêja"ya "heja" diyor mesela; misal Kürtçeye Farsçadan geçmiş "cuda" kelimesini İstiklal Marşı'nda Akif'in kullandığı biçimiyle "cüda" diye yazıyor ya neyse... (Akif yüz sene sonra bir savcının çıkıp "cüda" kelimesine "terörist" muamelesi yapacağını bilse onu İstiklal Marşı'nın içinde geçirir miydi) Hiçbir dildeki hiçbir kelime hiçbir şahsın, hiçbir cemaatin, hiçbir örgütün malı değildir Sayın Savcım. Dil herkesin ortak malıdır. Ayrıca yaşayan bir organizmadır. Kim hangi kelimeyi kendine yontarsa yontsun dil onları dinlemez, mutlaka yatağını bulur. Farklı siyasal görüşlere, farklı inançlara sahip insanlar, gruplar aynı dilden kendilerine uygun bir "jargon" geliştirebilir, bu mümkün ama Kürtçeyi