İstanbul'un fethine dair Kürtçe bir kaside!

İslamiyet doğdu, İstanbul'un fethi Müslümanlar için bir ideal haline geldi. Resulullahın ümmetine gösterdiği bir hedefti onu fethetmek. Hazreti Muhammed'in gösterdiği bu hedefe ulaşmak ve peygamberin övgüsüne mazhar olmak için, erken dönemden itibaren bütün Müslüman hükümdarlar bu şehri fethetmenin bir yolunu aradı durdu. Emeviler üç kez, Abbasiler bir kez şehri kuşattı ama Nazım Hikmet'in deyimiyle "İslam'ın beklediği o şerefli gün" bir türlü gelmedi. Dünyanın zapt edilmesi en zor şehriydi İstanbul. Hatta bazı tarihçilere göre Cebelitarık Boğazını geçip İspanya'ya giden Müslümanların da oraya gitmesinin sebebi İstanbul'u fethetmekti. Çanakkale ve İstanbul Boğazlarını aşmak zorsa, biz de Cebelitarık'ı geçerek arkadan gireriz şehre diye düşünmüşlerdi. Aradan yüzyıllar geçti. 21 yaşında bir çocuğa, Sultan Mehmet'e nasip oldu onu fethetmek Kuşatma çok uzun sürdü. Ilık bir bahar sonu sabahında tan yeri atarken şehirde, Bizans düştü! O günden itibaren "Fatih" unvanını alacak olan Sultan Mehmet, muhteşem bir atın sırtında girdi şehre. Ne üç gün serbest bıraktığı yağmadan elde edilen ganimet ne altın ne hazine, hiçbir şey umurunda değildi; tek gayesi şehri fethederek Resulu ekremin övgüsüne mazhar olmaktı! Şimdi bu anın heyecanını yaşıyordu. Atını, Bizans'ın parlayan güneşi Ayasofya'ya doğru sürdü. Neredeyse iki aydan beri karargah olarak kullandığı çadırında, Ayasofya'nın uzaktan pırıl pırıl parlayan görkemli kubbesine ve onun tepesinde duran haça bakıp durmuştu. O haçı orada gördükçe, onun yerini alacak olan hilalin duruşunu hayal etti. Heyecanı daha da arttı. Biraz sonra muzaffer bir Sultan olarak bu görkemli mabetten içeri adımını atacaktı. Sultan Mehmet 21 yaşında bir çocuk ama büyük bir adamdı. Mabede olan hürmetinden, yakında onu camiye dönüştürmenin verdiği saygıdan, kapının önünde atından indi. Yüzünü kıbleye döndü, Allah'ın huzurunda secdeye vardı ve dua etmeye başladı. Sonra uzandı, yerden bir avuç toprak aldı, orada bulunan herkese kendisinin de ölümlü olduğunu, günün birinde toprağa karışacağını göstermek için avucundaki toprağı başına serpti. Ayağa kalktı. Şimdi mabede girebilirdi. Ayasofya'dan içeri ilk adımını attı. Bütün cihanla birlikte bir yeni çağın içine girdi. Sonrası uzun bir türküdür. O gün bugün bir yığın şair şiirler yazdı, romana konu oldu, kasideler söylendi, edebiyatına girdi birçok milletin İstanbul'un fethi. Bu işe Kürtler de sessiz kalmadı. Nasıl duydular, haberi kim getirdi dağlar arasındaki o kuytu köye bilmiyorum ama benim doğduğum köyde, Çukurca'nın Guzereş köyünde düğüne gidecek yaşa geldiğimde kulağıma çalınan bir "İstanbul'un fethi" stranı (türkü) hep vardı. Yakın bir zamanda Hakkari'ye gittiğimde ağabeyim Abdulkadir'e tekrar söylettim ve hikayesini dinledim ondan. Hikayeye geçmeden önce söyleyeyim; İstanbul'un fethine dair şu ana kadar tek bir Anadolu halk türküsüyle karşılaşmadım. Türkçe yazılmış, müellifi belli çok sayıda "fetih kasidesi" vardır ama anonim türküsü yakılmamıştır Anadolu'da fethin En azından benim kulağıma şu ana kadar çalınmadı böyle bir türkü. Ama Kürtçede var! Stranı, dengbêj Abdulkadir abim, aile büyüklerinden dengbêj Cindî'den öğrenmiş. Cindî de amcası Hacı Abdurrahman'dan. Hacı Abdurrahman dedemizdi. 1918'de Hakkari'deki Nasturiler Irak ve İran'a sürüldükten sonra, orada silahlanıp intikam almak için tekrar bölgeye geri dönüp köylerini basınca, aynı köyde öldürülen yaşıtı on sekiz erkekten sağ kalan tek kişiydi. Ben görmedim dedemi. Abdulkadir abim ondan bahsederken hep gülerek, "O gün ben de ölseydim bu türkülerin hepsi kaybolacaktı" dediğini aktarır. İşte İstanbul'un fethi stranını Cindî ondan, o da dedesinden, dedesi de dedesinden öğrenmiş. Demek ki stranın tarihini neredeyse fetih zamanlarına kadar geriye götürmek mümkün. Böylesi "stranlara" "miqerim" diyorlarmış; herkesin söyleyemeyeceği cinsten zor türküler yani. Müzik uzmanı olmadığım için makamını söyleyemem, ancak dinledikçe görüyorum, söylenmesi bir hayli zor bir eserdir. "Divankî" derler böyle stranlara. Tek kişi söylemez. Gece bir evde toplandıklarında sesi güzel, fazla stran bilen dengbêjler gruplar halinde birbirleriyle atışmak için söylerler bu stranı. Atışma sırasında eğer bir grup dengbêj "İstanbul'un fethini" anlatan stranı biliyorlarsa söylemeye başlar, karşılarındaki grup aynı stranı onların söylediği gibi tekrarlayabilirse atışma devam eder (gotin û vegerandin), tekrarlayamazlarsa söyleyen grup onları yenmiş (asêkirin) olur. Stranda "Sultan Mehmet Han", "Han Avdel" diye birisiyle karşılaştırılır. "Han Avdel" İslam komutanlarından "Abdullah bin Ömer"dir.