Cenk kitapları!

Herkes okuduğu ilk kitabı hatırlamaz; hatırlayan da bir daha unutmaz. Okuduğumuz ilk kitap ya bizi müptela eder ya da uzaklaştırır kitaplardan. Bir de okuduğumuz ilk kitap, bundan sonraki hayatımızda okuma yolculuğumuzu da belirler. En azından benimki böyle oldu. Bir çoğunuz gibi ben de okuduğum ilk kitabı hatırlıyorum. Onu nasıl aldığımı da Gezgin bir kitapçı getirmişti onu okuduğum yatılı bölge okulunun bahçesine. Bir cumartesi günüydü. Bir muşambanın üzerine dizmişti kitapları kitapçı. O gün öğleden sonra çarşı iznimiz vardı, harçlığım bir liraydı. O tezgahta o kitabı gördüm ve hiç acımadan o haftanın harçlığını yatırdım ona. Kitabın adı, Hazreti Ali'nin cenklerinden "Hayber Kalesi Cengi"ydi. Okuma yolculuğum o gün başladı. Cenklerin devamını merak ettim. Binbir zahmetle ulaştım birçoğuna. O yıllardan itibaren başı sonu belli, hikayesi kuvvetli kitapları aradım durdum. Çok erken bir yaşta Dostoyevski'nin "Karamazof Kardeşleri" elime geçtiği halde okumadım. Çünkü ilkokulda bir öğretmenim onu elimde görünce, "Sıkılırsın, koca kitapta hiçbir olay yok, birisi babasını öldürüyor, o kadar" deyince bu kadar kısa bir hikayeden adamın bu kalınlıkta bir kitap nasıl yazdığını merak ettim ama okumadım. Hazreti Ali cenkleri maceradan maceraya sürüklüyordu oysa beni. "İslam'ın kılıcı", mistik Rus'un hezeyanlarına baskın geldi. Anne tarafından dedem köyün imamıydı. Evinin; gece yatılan yer, gündüz oturulan yer olarak kullanılan geniş odasının duvarında iki resim asılıydı. İslamiyet'in her türlü resmi yasakladığı konusundaki yaygın görüşüne belli ki fazla itibar etmemişti dedem. Resimlerden birisi, yüz olmayan, belden yukarısı resmedilmiş bir tasvir, öteki de kucağında Zülfikar'ıyla oturmuş bir Hazreti Ali resmiydi. İkisini de yayan yürüyerek üç ay süren hac yolculuğundan dönerken getirmişti. Ben doğduğumda o tasvirler odanın duvarında vardı. Resimlerin altında kör bir pencereye iki raf yapılmış, o raflarda Arapça birtakım kitaplar diziliydi. Rafın tam üstünde de kalın bir kumaştan bir muhafazanın içinde Kuran-ı Kerim asılıydı O odaya girdiğimizde yüzü olmayan tasvire bakmaktan çekinir, sonra da onun hepimizi her türlü şerden koruyan, kıyamet günü bizi arkasına katıp Allah'tan şefaat dilemeye götürecek olan Allah'ın elçisi olduğunu düşünür, rahatlar, hem duvardaki Kuran'a hürmet, hem de onun yanındaki tasvirlere olan saygıdan hep alçak sesle konuşurduk birbirimizle. Hazreti Ali, Hazreti Muhammed'in kılıcı; Hazreti Ali'nin kılıcı da Zülfikar'dı. Kitaplardan değil de o evde, o tasvirlerin yanında bize anlatılan bütün menkıbelerde Ali'ye her defasında Muhammed vazife verir onu gavurun üstüne salardı. O da bir çiftede birkaç kafiri cehenneme gönderebilen atı Düldül'e atlar, İngiliz efsanesindeki Kral Arthur'un "Excalibur"undan çok daha üstün niteliklere haiz, kendisine peygamber tarafından hediye edilen "iki çatallı" Zülfikarıyla dalar gavurun içine, alayını "helak" eder, bizi maceradan maceraya sürükler, içimizin yağını eritir, tatlı bir uykunun kollarına öyle teslim ederdi. Bir Müslüman aile ortamına doğmuş, bu ve buna benzeyen bir sahneyi yaşamamış çok az çocuk vardır sanırım bu alemde. Hemen aklıma bir Necip Fazıl anısı gelir. "O ve Ben" kitabında, benim yaşadığım ruh haline benzer bir hali o da yaşamıştır ki çocukluğunda, şöyle anlatır: "Üçüncü katta bizim yatak odamızın karşısındaki büyük yatak odasında, kocaman bir ceviz karyolada büyük babamın yanında ve kürkünün içindeyim. Hazreti Ali'ye, onun misilsiz kuvvet ve şecaatine dair bir menkıbe dinlemiş bulunuyorum. Soruyorum: 'Büyük baba, Hazreti Peygamber mi daha kuvvetliydi, Hazreti Ali mi' Beş altı yaşındaki çocuk safiyetinin içinden fışkıran bu sual, büyük babama hem çocuklara hem de büyüklere verilebilecek cevapların en güzelini verdiriyor: 'O kimseyle ölçülmez, O'nda Peygamber kuvveti vardı.' Büyük babamın 'O'nda Peygamber kuvveti vardı' sözünü hecesi hecesine hiçbir an unutmadım." Nesli Çölgeçen'in unutulmaz filmi "Züğürt Ağa"da, sosyolojik miadını doldurmuş bir ağanın serencamı anlatılır. Ağa güreş tutar, pehlivanlar yalandan ağaya yenilir, ağa da bir pehlivanın daha sırtını yere getirmenin şerefine aç köylülere ziyafet çeker. Bir pehlivana yenilmesi gerektiğini söylememişler, pehlivan da Ağa'nın sırtını kolayca yere getirir. Gece evde, yara bere içindeki ağa, herkes uyku mahmuruyken küçük oğluna Hazreti Ali cenklerini okutur. Çocuk okumaya başlar: "Hz. Ali çift ağızlı kılıcı Zülfikarı ağır ağır çekti. Düldül şaha kalkarak acı acı kişnemeye başladı. Mübarek hayvan sanki Hayber Kalesini hemen fethetmek istiyordu." Ağa kendinden geçmiş, adeta o anı yaşıyor, araya girer: "Hey gözünü sevdiğim! Ben pehlivan diye, ben kahraman diye Ali'ye derim. Biz kim köpek olirik ki onun yanında. Vay mübarek adam. (Çocuğa döner) Okusana! Bence en güzel macerası Hayber Kalesi'dir. Yüz defa oku gene bıkmam." Bu arada ev ahalisi de cenk kitabını okuyan çocuk da çoktan uykuya dalmıştır. Tıpkı çocukluğumuzda olduğu gibi Menkıbeleri ilk olarak dedemin evinde kulağıma çalınan, yatılı bölge okuluna gidip Türkçe okuma yazmayı öğrendikten sonra gezgin bir kitap satıcısının okulun bahçesine geniş bir muşambanın üzerine sergileyerek satışa sunduğu Hazreti Ali'nin cenk kitaplarında Hazreti Ali, hep Hazreti Muhammed'in işaret ve izni üzerine cenge gider. Cenk kitaplarında Hazreti Ali'nin kırk kadar adı vardır: İmam Ali, Emrilmüminin, Merdimeydan, Şahımerdan, Sahibi Zülfikar, Allah'ın Aslanı, Veli, Veliyullah, Veliler Şahı, Aliyy-i Veli, Aliyul Veliyullah, Cıvanmerd, Şir-i Huda ve Nur-ı Mutlak gibileri en yaygın olanlarıdır. Bu kitaplarda Hazreti Ali bir destan kahramanıdır. Hayalle gerçek iç içe geçmiştir. Yerler de öyle, kahramanlar da öyle Bazen ejderhalarla savaşılır, büyücülerin hakkından gelinir, cadıların kazanları başlarına geçirilir. Bu kitaplarda hem Ali'nin hayatı hem de kerametleri, kahramanlıkları anlatılır. Hazreti Ali aynı zamanda keramet ve velayet sahibidir. Zalimleri yener, mazlumları korur, darda kalanların yardımına yetişir. İslamiyet'i yayma mücadelesine atıf yapılır, zulüm gören Müslümanları "kafirin" zulmünden kurtarma azmi destansı bir dille anlatılır. "Allah'ın Aslanı" cenk meydanında öyle bir nara atar ki dağ taş inler, çölün kumları etrafa dağılır, ortalık toz duman olur, göz gözü görmez olur, baba evladı unutur, yer gök salavat getirir, kafir çok daha çabuk imana gelir. Ali dalar kafir kalabalığına, bir hamlede bin kafiri dağıtır, bir hamlede altı yüz kafiri