Britanya Kraliçesi'nden Osmanlı Sultanına paha biçilmez hediye!

İzmir'de hiç beklemediğim bir anda karşıma çıkan YKY'nın mağazasına girdim. Orhan Pamuk'un "Uzak Dağlar ve Hatıralar" kitabını aldım; yanına Nurullah Ataç'ın yeni çıkan "Ne Yalan Söyleyeyim" adını verdikleri denemelerini ekledim, kasada ödeme yaparken, tezgahın arkasında, kasiyerin solunda bir rafa dizilmiş kitaplardan birisinin sırtındaki adı çarptı gözüme; Gerald Maclean, "Doğu'ya Yolculuğun Yükselişi"Kitabı işaret ederek; "Şu kitaba bakabilir miyim" dedim, kadın alıp uzattı, adının altında "Osmanlı İmparatorluğu'nun İngiliz Konukları (1580-1720)" yazıyordu, gerisine bakmadım, "bunu da alıyorum" dedim. Bir kahveye oturdum. Kitabı açtım. "Dallam'ın Orgu: Deniz Yoluyla İstanbul, 1599" başlıklı Birinci Bölümü'nü okumaya başladım. "İyi olacak hastanın hekim ayağına gelir" diye bir söz var ya; benimki de o hesap Britanya Kraliçesi öleli beri İngilizlerin Ortadoğu'ya gelmelerine dair bir şeyler yazıp duruyorum. İşte bir hikaye daha gelip beni bulmuştu. Demek ki Bizim İngilizlerle olan maceramız yüz yıllık bir macera falan değilmiş. Adamlar tam 400 yıldan beri bizimle yakinen ilgileniyorlar. Ama nasıl olduysa, yüz yıl önce adamlar Anadolu'yu "kendilerine bir genesis bulsunlar diye" Almanlara terk etmiş, Anadolu'nun dışında kalan topraklarımıza göz dikmişler. Bunun macerasını geçen haftaki yazımda Gertrude Bell portresinden yola çıkarak yazdım, bugün ise Kraliçeleri Birinci Elizabeth'in Sultan Üçüncü Mehmed'e gönderdiği, "şeytan işi, akıl almaz marifetleri olan mekanik orgun" hikayesini anlatacağım. Efendim yakın zamanda, oğlunu incir gibi yaşlandırdıktan sonra ölen Britanya Kraliçesi İkinci Elizabeth, Birinci Elizabeth'tan tam dört yüz sene sonra yaşamış. "Bakire kraliçe" derler namına, el değmeden gitmiş öbür dünyaya, bu yüzden İkincisinin "ağa anasıdır" diyemeyiz kendisine. Ama "Elizabeth dönemi" diye bir dönem yaratmış, William Shakespeare'le aynı döneme denk gelir, hatta üstadın İngiltere ile Avrupa arasındaki ticareti anlatan "Venedik Taciri" oyununun yazılmasında bile onun yeni pazarlar bulma zekasının etkisi olduğu söylenir. Osmanlı İmparatorluğu o yıllarda (16.yy) Avrupa'yla ticari ilişkilere yeni başlamış. Venedikliler, Cenevizler, Hollandalılar, Fransızlar kıyasıya bir rekabet içindeler. İngilizlerin eli armut toplamıyor tabi, onlar da er meydanına atılırlar. İngiliz'in ticari dehası kısa sürede öbürlerini galebe çalar; Britanya ile Osmanlı ülkesi arasında ticareti yürütecek Levant Kumpanyası bu amaçla kurulur. Levant Kumpanyasını kuranların alayı malın gözüydü. Sinekten yağ çıkarmayı çok iyi biliyorlardı. Bu kıyasıya rekabet içinde Osmanlıyla kurdukları ilişkinin akamete uğramadan, sağlıklı yürümesinin yolu Sultan'a yaraşır büyük bir armağanı bir an önce ona ulaştırmaktı. Ancak bu işi Kraliçe Elizabeth yapmalıydı. Tüccarlar her gün kraliçenin başının etini yemeye başladılar. Daha önce İstanbul'a atanmış olan ilk Büyükelçi Edward Barton'ın yerine gönderilecek yeni büyükelçi Lello'yu hünkar ancak önemli bir hediye karşılığı resmen tanıyabilirdi; keferenin aklı böyle çalışıyordu. Elizabeth ve seçilmiş büyükelçi Lello, Sultan Mehmed'in Osmanlı limanlarına giren Hollanda gemilerinin denetimini İngiliz konsolosluğuna bırakmasını istiyorlardı. Fransızlar da aynı şeyi istiyordu. Anlayacağınız savaş acımasızdı. Herkes Sultan'a kıymetli bir hediye göndermek için birbiriyle yarışıyordu. İngilizlerin aklına gelen hediye, kimsenin aklına gelmedi, 1599 yılında İstanbul'a götürülmek üzere yola çıkartılan hediye, bilhassa Almanları kıskaçlıktan çatır çatır çatlatacaktı! Thomas Dallam diye bir mekanik saat ustasının kapısı günün birinde çalınır. Korkusuz, gözü pek, serüven düşkünü, yabancılara ve onların tuhaf kültürlerine büyük ilgi duyan Dallam akıllıydı, sezgileri güçlüydü, zor anlarda pratik çözümler bulmada onun üstüne yoktu, işlek bir zekaya sahipti. Kapısını çalanlar ondan mekanik teknolojisi sayesinde bir tür piyano gibi kendi kendine çalabilen, aynı zamanda üzerinde bir de saat bulunan bir org yapmasını istediler. Hediyeyi sipariş eden Britanya kraliçesi; hediyenin götürüleceği kişi ise Allah'ın yeryüzündeki gölgesi azametli Osmanlı padişahıydı. Yapacağı alet kusursuz ve şaşırtıcı olmalıydı. Maceraperest, coşkulu, şimdiye kadar hep beladan uzak durmuş, hep sanatıyla meşgul olmuş, büyük bir musikişinas olan Dallam Usta, 1597'nin Ağustos ayında siparişi alır almaz sevincinden havalara zıpladı. Hemen kolları sıvadı, Kasım 1598'de eserini tamamladı. Kısa süre zarfında Kraliçe Elizabeth teftiş etsin diye zengin yemek davetlerinin verildiği Banqueting House'a kuruldu ve denendi. Kraliçe onu çok beğendi. Ortaya çıkan eser şöyle bir şeydi: Saatli org yaklaşık 3 metre yüksekliğinde ve 1,80 metre eninde olup, altın varakla süslü, değerli taşlarla bezeliydi. Aletin dokuz hareket şekli vardır. Bunlar saati, ayın ve güneşin günlük konumunu gösteriyordu. Her çeyrekte ziller çalıyor ve her saat başı en tepede bulunan horoz ötüyordu. Ayrıca çanlar sayesinde melodiler işitilebiliyordu. Üzerindeki sekiz heykelcik kraliçenin figürüne doğru dönerek selam veriyor, o da asasıyla cevap veriyordu. Orgun üzerinde değerli taşlarla süslenmiş Kraliçe Birinci Elizabeth'i tasvir eden bir heykelcik ve ayrıca gezegenlerin konumunu gösteren bir de güneş sistemi modeli bulunmaktaydı. Çağın teknolojisinin el verdiği hangi yenilik varsa aletin üzerinde bir bir yer almıştı. Bu hususiyetleriyle alet hangi hünkara, krala, kayzere, çara giderse hepsinin dibini düşürecek kadar çekiciydi. Dönemin en gelişmiş müzik aleti olan bu alet 550 Pound'a mal oldu. Masrafları, hediyenin yapımı için acele eden Levant Kumpanyası üstlendi. Dallam Usta'nın işi aleti yapınca bitmedi kuşkusuz. Asıl önemli görevi bundan sonra başlıyordu. Yanına, aleti birlikte yaptığı beş kalfasını alacak, hep birlikte Hector adlı bir gemiye binecekler ve altı ay süren bir deniz yolculuğu sonucu hediyeyi bizzat kendisi Sultan'a takdim edecek ve olur da bozulursa tamir etsin diye de Sultan'ın istediği kadar İstanbul'da kalacaktı. Peki bütün bunları biz nereden biliyoruz Şuradan:Efendim, 1848 yılında British Museum yetkilileri, özel bir koleksiyondan 16. yüzyıla ait orijinal el yazması bir anı defterini satın alırlar. Bu deftere göre, Thomas Dallam adında bir İngiliz org ustası 1599 Şubat'ından 1600 Mayıs'ına kadar İstanbul'da kalmış, İstanbul'da geçirdiği sürenin an be an günlüğünü tutmuştu. Bu günlüğe göre Dallam, Kraliçe Birinci Elizabeth'in Sultan Üçüncü Mehmed için özel olarak kendisine yaptırdığı orgunu bizzat İstanbul'a götürmüş, yolda bozulduğu için burada yeniden tamir ederek monte etmiş ve Avrupalıların "Grand Signior" (Büyük Türk) olarak hitap ettikleri Osmanlı sultanının huzurunda 25 Eylül 1599 günü özel bir temsilde çalmıştı. Dallam Usta'nın günlüğü, ilk defa 1893 senesinde İngiltere'de yayınlanmıştı. Altı ay süren zorlu bir yolculuktan sonra Hector gemisi ve yolcuları 15 Temmuz Çarşamba günü İstanbul'a vardılar. Gemi Yedikule açıklarında demir attı, padişah gemiyi görmeden önce baştan başa boyandı. İngiliz elçisi Henry Lello ise orgun bir an evvel Sultan'a sunulması için sabırsızlanıyordu. Çünkü gelirken kendisi Sultan'a özel bir hediye getirmemişti. Bu hediye aynı zamanda onun elçiliğe kabul hediyesi görevini görecekti. Orgun konulduğu sandıklar Pera'daki İngiliz elçiliğine taşındı, sandıkları orada açıldı, zorlu yolculukta org ciddi hasar görmüştü. Dallam ve çırakları hemen kolları sıvadılar, aleti kısa sürede eski haline getirdiler ve İngiliz elçiliğindeki odadan sökerek Topkapı Sarayı'na taşıdılar. Kendisine sarayda bir oda tahsis edildi, çıraklarıyla birlikte orgu burada dört günde çalışarak kurdu. On sekiz gün sonra Sultan'ın "katibi" dediği "Kapıağası" orgu dinlemek istediğini bildirdi. Bu isteği yerine getirildi. Anlaşılan Kapıağası orgu Padişah'ın huzurunda çalınmadan önce kendisi kontrol etmek istemişti. 24 Eylül gecesi İngiliz elçisi Lello, Dallam'ı çağırdı ve ertesi gün hediyeyi Sultan'a sunacaklarını söyledi. Ama sıkı sıkıya da tembihledi. "Padişah Hıristiyanların kendisinden korktukları için ona hediyeler getirdiklerine inanıyor. Sultan'ın huzuruna çıktığında zinhar ona sırtını dönmeyeceksin. Yüzü dönük olarak selam verecek, yine yüzü dönük olarak geri geri huzurdan çıkacaksın," dedi. Aletin kurulduğu salon hınca hınç doluydu. Paşalar, ulema, kalabalık saray erkanı Britanya Kraliçesi'nin gönderdiği hediyeyi her şeyden daha çok merak ediyorlardı. Sultan Üçüncü Mehmet bütün azametiyle tahtında oturuyordu. Dallam Usta, tahtta oturan padişahın, tahta çıktıktan hemen sonra 19 kardeşini boğazladığını biliyordu. Şişman ve zevk düşkünü birisiydi. Dallam orgunu çalıştırdı. O anı günlüğüne şöyle kaydetti: "Herkes susup da sükunet hakim olunca huzurdakiler Büyük Senyörü selamlamaya başladı. Evvela saat 22 kere vurdu; sonra 16 çan figan eyledi ve 4 kısım bir şarkı çalındı. Bundan sonra ikinci katın köşesinde amade duran iki şahıs ellerindeki iki borazanı kafalarına kaldırdı ve tan-tarra-tan diye öttürdüler. Sonra musiki nihayet buldu ve org 5 kısımlık şarkıyı iki kere daha çaldı. 16 ayak yüksekte duran üstünde siyah tavuk ile ardıçkuşu dolu kutsi çalı duruyor idi, musikinin nihayetinde ötmeye ve kanatlarını sallamaya koyuldular. Çeşit çeşit hareket sırasında Büyük Senyör en çok buna hayran kaldı." Sultan Mehmet aletin karşısında adeta kendinden geçti. Çocuk gibi sevinçliydi. Sanki çocukluğuna dönmüş, babası da ona bir oyuncak almıştı. Bir daha çalıp çalamayacaklarını Kapığasına sordu. Padişaha bu aleti çalıştıran kişinin Dallam olduğu söylendi. Dallam'ı hemen huzura çağırdı. Günlüğünde o anı şöyle anlattı Dallam: "Kapıya gelmekliğim sırasında fevkalede harika bir şey gördüm. Büyük Senyörün sağ eli doğrudan tarafıma uzanmıştı, 16 adım mesafede idi, fakat kafasını döndürüp bana bakmıyor idi. Heybetle otururken şemali arkasında duran uşakla kıyas kabil değil idi, manzarası bana kendimi ahir alemde zannettirdi." Dallam bambaşka bir dünyaya girdi. "Sonra Kapıcı üzerime geldi, pelerinimi çıkardı, yerdeki halının üstüne bıraktı ve gitmemi, orgu çalmamı işaret etti; ama ben itiraz ettim, çünkü Büyük Senyör çalmam lazım gelen yerin civarında oturuyor idi, oraya yanaşamaz idim, hem de sırtımı ona dönmekliğim ve pantolonumla dizine değmem lazım gelecekti. Kapıcı hariç hiçbir zatın kelle korkusuyla bu tavra cüret edemezdi. O da tebessüm etti, az biraz ayakta durmama müsaade etti. Sonra tekrar Büyük senyör konuştu. Kapıcı dahi keyifli bir ifadeyle ilerlemekliğim için bana cesaret verdi, ardımdan dürttü." Klavyeye yaklaşmak için Dallam tahta sokulmalıydı, böylece Sultan Mehmed'in başparmağındaki "içinde lokma kadar bir elmas olan yüzüğünü" inceleme fırsatı yakaladı, derken kendini Sultan'ın dizinin dibinde buldu. Tedirgin oldu, devamı şöyle: "Tam arkamda oturduğu için ne yaptığımı görmüyordu; bu sebeple ayağa kalktı, Kapıcı tahtını bir tarafa çekti, ellerimi görebilecek idi; lakin kol-tuğundan kalkar iken benden tarafa bir hamle eyledi, iyice yanımda oturmak için başka türlüsü olmaz idi; halbuki ben kellemi koparmak maksadıyla kılıcını çektiğini zanetmiştim." Bitmedi: "Saat vuruncaya kadar öylece çalabildiğim kadar çaldım. Sonra başımı mümkün olduğunca yere eğerek sırtım ona dönük olduğu halde önünden ayrıldım. Tam cüppemi alırken kapıcı yanıma geldi ve durmamı söyledi. Biraz bekledim, sonra kapıcı gidip orgun klavyesinin üzerini örtmemi söyledi. Tekrar Padişah'ın yanına geldim, selam verdim ve cüppemi almak için bu sefer geri geri yürümeye başladım. Bunu görenler hoşlarına gittiği için gülmeye başladılar. Padişah'ın arkasındaki altın dolu bölmeye doğru elini uzattığını gördüm. Kapıcı elinden alarak bana kırk beş altın sikke verdi. Girdiğim yerden başarımdan dolayı son derece mutlu olarak dışarı çıkartıldım." Bu para çok büyük bir meblağdı. Bütün yolculuk boyunca yaptığı harcamalardan daha fazla bir meblağ hem de Bu başarısından sonra Dallam daha sonra defalarca saraya çağrıldı. Sultan'ın isteği artık temelli burada kalmasıydı. O da bir yalana başvurdu, İngiltere'de çoluk çocuğu onu bekliyordu, oysa bekardı. Bunun üzerine Dallam'ın kadınlara meraklı olduğu sonucu çıkartıldı, günlüğüne şunları yazdı: "Şayet bu şehirde yahut memlekette kalırsam Büyük Senyörün ya kendi cariyelerinden bana iki karı vereceğini yahut kendim bizzat seçeceğim en has iki bakire alacağımı vaadettiler." Sefir Lello da kalmasını, İngiliz devletinin ajanı olmasını istiyordu. Ne cariyeler ne de sefirin teklifi onun için cazipti, onun için en cazip olan "müzik ve mekanik gösterilerine hayran kitlesi, harika bir hava, her