Bilmek ve ağız tadı!

Yazıya oturdum. Ağzımda pas tadı. Aklımda Attila İlhan'ın "an gelir" şiir Şiiri açtım, tekrar okudum, ağzımdaki tat aynı kaldı. Ben bu yazıyı bir "Mac" bilgisayarda yazıyorum. Biliyorum hepinizin evinde veya işyerinde bu bilgisayarlardan vardır. Bu bilgisayarların amblemi ısırılmış elmadır, ecnebiler "Apple" diyor ona Müslüman camianın son yıllarda yetiştirdiği en önemli entelektüellerden ve çok erken bir yaşta kanser illetinin bizden aldığı rahmetli Hüsamettin Arslan "Mac" bilgisayarların amblemi olan "ısırılmış elmanın" bir sembol olduğunu yazar. (Bugünkü bilgisayarların kurucusu İngiliz matematikçi Alan Turing, 8 Haziran 1954'te bir elmayı siyanüre batırdı, ondan bir ısırık alarak kıydı canına.) Büyük Rus düşünürü Nikolay Berdyaev'den referansla Hüsamettin Arslan; Tanrı'nın "yemeyin" dediği, Adem ile Havva'nın da "şeytanın sesine kulak vererek" yedikleri "yasak meyve"nin (bu meyvenin elma olduğu konusunda bütün dinler aynı fikirde değil) aslında "iyilik ile kötülüğün bilgisi" olduğunu söyler. Onu Tanrı'nın buyruğuna uyarak yememek "iyi", şeytanın sesine kulak vererek yemek ise "kötü", yani "günah"tır. Adem ile Havva "yasak meyveyi" yiyerek "ilk günahı" işlediler. O günden itibaren de insanlar "bölündü" ve "kirlendi" Çünkü bilgi "kirletir". Mesela atom bombası muazzam bir "bilgilenmenin" neticesidir. Adem ya da Havva veya ikisi beraber, Tanrı'nın o meyveyi yemelerini neden yasakladığını merak etmeseydi... Yani "merak" denilen günaha sevk eden o kışkırtıcı dürtü olmasaydı, belki de "ilk günah" işlenmeyecek, bilgi denilen bir şey olmayacaktı hayatımızda, biz de kirlenmeyecek, pür u pak, tertemiz yaşayıp gidecektik melekler gibi; muhtemelen amblemi "ısırılmış elma" olan bilgisayar da icat edilmeyecekti. Peki bilgi bize ne getirdi Bu mevzua dair Hüsamettin Arslan şunları yazar: "Gündelik hayatta, bilgiyle kirlenen insanlar, sıradan insanların cennetinden 'sağduyunun' cennetinden kovulurlar; geriye dönüşleri imkansızdır; dünyevi cehennemlerin zebanileriyle yaşamak kaderleridir; içlerine 'şeytan' girmiştir. Müslümanlığın 'şeytan taşlama' ritüelleri, belki de tarihte hiçbir zaman modern dünyamızdaki kadar anlamlı olmamıştır." Tolstoy "sıradan insanların cennetinden kovulmuş" "içine şeytan girmiş" bir büyük sanatkardı. "İtiraflarım" kitabında "bilme" üzerine Hint bilgeliğinden seçtiği eski bir hikaye anlatır. Kendisinden hastalık, yaşlılık ve ölümle ilgili her şeyin gizlendiği, bu konularda hiçbir şey "bilmeyen" Sakya Muni adında genç ve mutlu bir mihrace bir gün arabasıyla gezintiye çıkar. İlk olarak yoluna dişleri dökülmüş, ağzından salyalar akan, korkunç görünüşlü, yaşlı bir adam çıkar. O zamana kadar yaşlılık nedir bilmeyen mihrace mihmandarına adamın kim olduğunu ve o korkunç duruma nasıl geldiğini sorar. Mihmandar bu durumun insanın kaderi olduğunu, günün birinde kendisinin de yaşlanarak aynı duruma geleceğini söyler ona. Mihrace gezmeyi keser, bir an önce sarayına dönmek ister. Yaşlılık denilen şey üzerine düşünmek ister, kendini bir odaya kapatır ve düşüncelere dalar. Bir süre sonra kendini teselli eden bir çıkış yolu bulmuş olacak ki tekrar aynı mutlulukla gezintiye çıkmak ister. Bu sefer de yoluna hasta bir adam çıkar. Adam hastalıktan bir deri bir kemik kalmış, beti benzi gitmiş, adeta yaşayan bir ölüdür. Kendisinden o zamana kadar hastalık denilen şey gizlenmiş olan mihrace adama ne olduğunu sorar mihmandarına. Mihmandar gördüğü şeyin hastalık olduğunu, herkesin başına geldiğini, günün birinde aynı illete kendisinin de tutulabileceğini söyler ona. Tekrar neşesi kaçar, tekrar saraya dönme emrini verir mihrace. Uzun uzun düşünür bir odada, tekrar bir teselli bulur ve hemen yeniden gezintiye çıkmak istediğini bildirir. Bu kez yeni bir durumla karşılaşır. Bir grup insan omuzlarına bir şeyler almış büyük bir saygıyla taşıyorlar. Taşıdıkları şeyin ne olduğunu sorar mihmandarına, mihmandar da "ölü taşıyorlar mihracem" der. "Ölü ne demek" diye sorar, ona ölmenin tabut içinde taşınan adam gibi olmak olduğu anlatır mihmandar. Mihrace cenazeye yaklaşır, üstünü açar ve bakar. "Ona şimdi ne olacak" diye sorar. Ona cenazenin toprağa gömüleceği söylenir. "Niçin" "Çünkü bir daha hayata dönemeyecek, kokacak ve kurtlanacak." "Bu da tüm insanların kaderi mi Aynı şey benim de başıma gelecek mi Beni de gömecekler mi Ben de kokacak mıyım Beni de kurtlar yiyecek mi" "Evet." "Çabuk beni saraya götürün! Bir daha eğlenmek için gezintiye çıkmayacağım, bir daha asla bu maksatla saraydan dışarı adımımı atmayacağım!" O günden itibaren Sakya Muni hayata dair hiçbir teselli aramaz, aramadığı için de bulamaz. Tam tersine hayatın bütün kötülüklerin başı olduğuna karar verir. Bütün gücünü kendini bu hayattan kurtarmaya adar. "Bilmek" o zamana kadar mutlu yaşayan mihraceye büyük bir mutsuzluk getirir, keder içinde akıbetini beklemeye başlar. Tolstoy ise öğrendiği her yeni bilgiyle bir adım daha öteye gitti. İnsan denilen muammada derine indikçe yeni durumlarla karşılaştı. Büyük bir ahlakçı, iyi bir dindar oldu. Bu ona çok ıstırap verdi ama her durumda kendisi gibi büyük bir yaratıcı olan Geothe'nin, "İnsanoğlunun ıstıraptan dili tutulmuşken Tanrı