İbrahim Gül ve Cennet müjdesi

Bediüzzaman Hazretleri ve Hüsrev Altınbaşak, Sav köyüne hasta İbrahim Gül'ü ziyarete giderler. İbrahim Gül, birkaç gündür ağır bir hastalıktan yatağa düşmüş, sekarat halindeydi.Bediüzzaman Hazretleri Sav köyüne geldiğinde onu karşılayan Hasan Kurt'a İbrahim Gül'ü çağırmasını söyler. Hasan Kurt, İbrahim Gül'ün kapısını çalar ve ona Bediüzzaman ve Hüsrev Altınbaşak'ın ziyaretine geldiğini onu aşağıda beklediğini söyler. Ölmek üzere olan bedenine bir anda can gelmiş hemen ayağa kalkar ve Hasan Kurt'a yaslanarak aşağıya Bediüzzaman Hazretleri'nin geldiği arabanın yanına gider. Bediüzzaman, İbrahim Gül'ü karşısında görünce "İbrahim Gül!" diye seslenir. İbrahim Gül, "Buyur üstadım!" der. Bediüzzaman İbrahim'in yüzüne anlamlı anlamlı bakar: "Bu sima ne diyor biliyor musun" İbrahim Gül: "Üstadım biz ne biliyorsak senden öğrendik." der. Bediüzzaman: "İbrahim Gül senin siman ben cennete gidiyorum, ben cennete gidiyorum diyor." dedikten sonra onu yanına oturtur. "Kardeşim İbrahim Gül, bu tehlikeli zamanda her fedakârlığa göğüs gerdin ihlasın neticesi bir sayfamız dahi zayi olmadı. Baskın da olmadı. Hiç zayiat görmedik. Senin ihlasın neticesi tertemiz çıktık. Cenabı Hak sana cennette kasırlar hazırladı kimsenin yapmadığı hizmeti sen yaptın." der. Bu tablo karşısında bulunanların gözlerinden yaşlar dökülür. Bu konuşmadan sonra İbrahim Gül'ün yüreği bir kuş kadar hafifledi. Hastalıktan gelen ağrılar ona acı vermiyordu. Artık mutlu ve huzurlu bir hasta olmuştu. Bediüzzaman, Hasan Kurt'a seslenerek, "Hemen onu götür kardeşim. Yatsın, istirahat etsin, istirahatine baksın!" dedi. Hasan Kurt İbrahim Gül'ün koluna girdi ve onu odasına götürüp yatağına uzattı. Bediüzzaman Hazretleri bir gün talebelerine, "İmam-ı Ali'den (r.a) ihtar aldım yeni yazıya Osmanlıca külliyatı tamamladıktan sonra müsaade edeceğim." dedi. Bu emir doğrultusunda Tahiri Mutlu İstanbul'a gitti bir teksir makinesi aldı ve Isparta'ya getirdi. O zamanlar Isparta'da matbaa yoktu. Teksir makinesini alıp getirmişti ama teksir makinesini kimse evine yerleştirmeye yanaşmıyordu. Sav köyünde evi gözden ırak İbrahim Gül'e gidildi ve durum ona anlatıldı. İbrahim Gül yetmiş yaşlarında ihlaslı bir nur talebesi idi. Hayatta bir tek oğlu vardı. Oğlu ilkokulu bitirdikten sonra askere gidene kadar külliyatı iki defa yazmıştı. Oğlu çevrede sevilen, melek gibi bir gençti. Askerliğini yaptıktan sonra İbrahim Gül, biricik oğlunu hemen evlendirdi. Oğlu bir seneye varmadan öldü. Biricik oğlu ölünce İbrahim Gül'ün dünyası başına yıkıldı ve hayatla tüm bağlarını kopardı. İbrahim Gül, kendi halinde dünyaya küsmüş bir durumda iken bir gün kapısı çalınır. Nur talebeleri ona teksir makinesini evine yerleştirerek Risale-i Nurları çoğaltmak istediklerini söylerler. İbrahim Gül onlara sanki ondan bir bardak su istemişler gibi memnuniyetle ve sevinçle "Canım feda olsun. Evimin üç odası var odalardan biri bana ve eşime diğer iki odayı da size hibe ediyorum." der. Teksir makinası