Bediüzzaman ve dua

Denizli Mahkemesi nihaî kararını 15 Haziran 1944'te verir.El konulan Risale-i Nurlarla birlikte Bediüzzaman ve talebeleri beraat eder. Çeşitli şehirlerden idam edilmek üzere toplanan Nur Talebeleri beraat kararından sonra evlerine dönerler. Beraat kararına rağmen yalnız Bedüzzaman'ın gitmesine izin verilmez. Gizli bir el; yaşlı, hasta, zehirlenmiş, eş ve dostlarından uzak Bedüzzaman'ı rahat bırakmadı. Yetkililer, gerekçe olarak bakanlıktan gelecek yeni sürgün yazısının beklediğini söylediler. Bediüzzaman, hükümet konağının karşısındaki "Şehir Palas" Oteli'ndeki odasında çok sıkı polis gözetimi altında tutuldu. Bediüzzaman'ın otel odasında tutulması cezaevi günlerini aratmadı. Her an göz hapsinde tutulması ahaliye de korku havası verdi. Bu, Bediüzzaman'ın halkla olan temasını kesmek için yapılmıştı. Sıkı güvenlik tedbirleri toplumda onun büyük bir suç işlediği algısını oluşturmayı hedefliyordu. Bediüzzaman'ın bu belirsiz bekleyiş günleri uzun süre devam etti. Yeni sürgün yeri yazısı sabır ve teslimiyet içinde beklendi. Denizli halkı ise olan biteni dikkatle izledi ve yapılan zulmü nefretle karşıladı. Bu arada Bediüzzaman'a olan sevgi, çığ gibi büyüyordu. Onu gören, onunla temas eden veya onun sohbetinde bulunan herkes ona karşı duygusal bir yakınlık ve dostluk hissetti. Denizli halkı ve otel görevlileri arsında günden güne Bedüzzaman'ın kerametleri ve menkıbeleri dilden dile dolaşmaya başladı. Manevî büyüklüğü şehirden şehre, köyden köye halka halka yayıldı. Sıkı polis engeline rağmen yine sevenleri bir yol bulup onun ziyaret ediyordu. Bediüzzaman'ın ziyaretçileri gün gittikçe artıyordu. Bu ziyaretçi akını çevre köy ve uzak şehirlerden gelenlerle izdihama dönüşüyordu. Bediüzzaman Hazretleri ısrarla gelen ziyaretçilere "Dünya için bana gelmeyin. Beni görmek istiyorsanız, Risale-i Nur okuyun!" diyordu. Bir gün oteldeki polis engelini aşan iki kişi Bediüzzaman'ın ziyaretine gelirler. Bu ziyaretçiler Konya-Kadınhanı'ndan (eski adı Saideli) Denizli'ye üç yüz kilometre uzaktan bir yerden gelmişlerdi. Bu ziyaretçilerden elli yaşlarındaki adam mahcup ve kekeleyerek, Bediüzzaman'a, "Hoca hazretleri" diye söze başladı ama söylemek istediğini bir türlü söyleyemedi ve ter içinde kaldı. En sonunda el işareti yardımıyla ağzından birkaç kelime döküldü: "Hoca Efendi, bu benim oğlumdur. Otuz yıldır saralıdır. Adı Haydar Özaslan'dır. Yıllardır her