Sözü geçersiz kılacak ölümdür ya da ona yakın felâkettir!

Bir kez daha Prof. Dr. Nurettin Topçu'yu rahmetle anmak istiyorum. Kırgın ve kızgın bir haleti ruhiyeyle yazdığı 11 Nisan 1965 tarihli mektubunda, bir çığlık gibi yankılanıyor şu cümleleri:

"Hizmetine ömrümü harcadığım memlekette, dostlarım kalmadı gibi bir şey. İnsanın düşkünlüğünü, sefaletini bilirdim ama ruh sefaletinin bu kadar karanlığını görmemiştim. İnsan diye emek verdiklerimin hemen hepsi de ruh ve mana mefhumuna yabancı, menfaat kölesi birtakım haşerelermiş. Ahlaksızlığın ummanı olan bu Şark'ı yaşadıkça tanıyorum. Burada insanı fenerle arayanlar yanılmamışlar. "Müslümanız diyen insan yığını' yok mu Onlar, Şark'ın en aşağı tabakasını teşkil ediyor. Yaşanan şekliyle Müslümanlık Şark'ı bitirmiş. Buraya artık ne ilim girer ne ahlak ne de Allah uzanır bunlara... Bunların önce her şeyi bırakıp, insanlık devrine girmeleri lazım..."

Her hatırladığımda "Üstad haksız mı" dediğim sözlerin, her dönem geçerliliğini koruyor olması herkesin, hepimizin ayıbı değil de ne

SÖZÜNÜ TUTMAK FARZDIR

Ahlaklı insan sözünden belli olur. Dindar bir kimlik için sözünü tutmak imanının gereğidir. Dini ifadeyle sözünü yerine getirmek farzdır; aksi takdirde Hz. Peygamberin münafığı tarif ederken ilk üç nitelemesinden biri olan "söz verir ama yerine getirmez" ilkesine teslim olunur. Bu da münafıklık alametidir. Demem o ki, İslam'ın ahlaki anlamda ilk farzıdır "sözünde durmak." Çünkü ahlak, güven üzerinden kurulacağı için, bir müminde olması gereken tüm ahlaki ilkeler, doğrudan ya da dolaylı olarak verilen sözle alakalıdır. Kaldı ki ayet son derece açıktır: "Sözlerinizi, taahhütlerinizi eksiksiz-kusursuz yerine getirin. Sözler ve taahhütler, mesuliyeti gerektirir." (İsra34)

Gelgelelim ortalık sözünde durmayanlardan, sözün ve söz vermenin önemini bilmeyenlerden geçilmiyor. Her zaman söylerim, tarihte büyük isimlerin karakterlerinde doğruluk yatar. Sözleri ile eylemleri arasındaki ilişki onları ölümsüz kılmıştır. Söz deyince ya da söz vermek deyince hemen akla gelen isimlerden biri İstiklal Marşımızın Şairi Mehmet Akif Ersoy'dur. Fatih Gökmen, Akif'in çok yakın dostlarındandır. Akif'in sözünü tutma konusundaki hassas tavrıyla ilgili şunları aktarır:

"Mehmet Akif, verdiği söze bağlı olmayanlara insan gözüyle bakmazdı. Aramızda geçen bir olayı anlatayım: Ben Vaniköy'de oturuyordum. Kendisi de Beylerbeyi'nde. Bir gün öğlen yemeğini bende yemeyi, sonra da oturup sohbet etmeyi kararlaştırdık. O gün, öyle yağmurlu, boralı bir hava oldu ki her taraf sele boğuldu. Havanın bu haliyle karadan gelemeyeceğini tabii gördüm. Yakın komşulardan birine gittim. Yağmur, bütün şiddetiyle devam ediyordu. Eve döndüğümde ne işiteyim; Mehmet Akif Bey sırılsıklam bir vaziyette gelmiş. Beni bulamayınca, evdekilerin bütün ısrarlarına rağmen içeri girmemiş. "Selam söyleyin" demiş ve o yağmurlu havada dönmüş gitmiş! Ertesi gün, kendisinden özür dilemek istedim. "Bir söz ya ölüm veya ona yakın bir felaketle yerine getirilmezse mazur görülebilir" dedi ve benimle altı ay dargın kaldı."

Mehmet Akif için "söz" namustur. Verilen söz vaktinde yerine getirilir. Ne hava muhalefeti onun için bahanedir ne de herhangi bir zorluk. Meşruiyetin ilk seneleridir. Arkadaşı Mithat Cemal'in evinde buluşmak üzere sözleşirler. Ancak gün boyu kar yağar. Hiçbir vasıta işlemez, tramvay, tren, vapur, arabalar vs. Kar ve tipiden dolayı sütçüler ve ekmekçiler dahi dağıtım yapamazlar. Mithat Cemal'in kapı zili çalar, karşısında bıyıkları donmuş Mehmet Akif'i görür; Beşiktaş'tan Çapa'ya kadar yürüyerek gelmiştir. Şaşkınlıkla kendisini izleyen