Türkiye neden hep İslam üzerinden konuşuluyor

İslam üzerine ortaya konulan görüşlerin ve tartışmaların "dünyevileştirici" ve "siyasallaştırıcı" karakteri varlığını sürdürmeye devam ediyor. Görünürde İslam konuşuluyor, İslam savunuluyor veya İslam yargılanıyor. Ancak görüntü bu olmasına rağmen arka planda durumlar değerlendiriliyor, konumlar yoklanıyor, bir yerlere mesajlar veriliyor, hedef kitleler konsolide ediliyor veya stratejik hesaplar yapılıyor. Yapılan tartışmaları, dolaşıma giren konuları İslam ve toplum yapımız adına doğru okumamız gerekiyor. Konuştuğumuz İslam mı, yoksa başka bir şey mi Konunun muhataplarına ısrarla bu soruyu sormak zorundayız. İslam'ı konuşacaksak doğrudan İslam'ı, başka bir meseleyi konuşacaksak, doğrudan onu konu etmemiz gerekir. Olguları birbiri üzerinden konuşmak veya birini göstererek diğerinden söz etmek, sorunların çözümünde sağlıklı bir yaklaşım biçimi değildir.

Batılı araştırmacıların İslam üzerine konuşması, batılı düşünce ve siyaset açısından anlaşılabilir. İslam dünyasına mensup insanların İslam üzerinden konuşması, anlaşılması zor bir hadisedir. Mesela din ve çağdaşlaşma konusu. Dini çağdaşlaşma üzerinden veya çağdaşlaşmayı din üzerinden konuşmak sürekli yapageldiğimiz bir iştir. Bu durumda her iki olgu birbirine karşıt hâle getirilir. Oysa dini kendi içinde kendi dinamikleri ile çağdaşlaşmayı da kendi zemininde kendi dinamikleri ile konuşmak aklın ve bilimin gereğidir. Dinin muhatabı da akıl olduğuna göre akli selim varlık bireysel yaşamında neyi nasıl değerlendireceğini bilir. İmanın özgürleştirici karakteri tam da bu noktada açığa çıkar. Din etrafında oluşmuş hiçbir düşünceyi dogma haline getirmez. Şu günlerde ortaya çıkan, eğitim kurumlarının bazı tarikat ve cemaatlere bırakılması Milli Eğitim'in mahiyetiyle örtüşmez. Cemaat ve tarikat meselesi dinin içinde tartışılması gereken bir konudur. Eğitimi, tarikat ve cemaat kurumlarıyla ilişkilendirmek eğitime ve toplumun birlik beraberliğine zarar verir. Zira tarikat ve cemaatlerin her biri nevi şahsına münhasır anlayışlara sahiptir ve tevhidi tedrisat içinde değerlendirilemez. Bunu yapanların dini siyasallaştırma ve dünyevileştirme niyetleri apaçık ortadadır.

KLASİK RENAN VE ONU REDDİYE MANTIĞI

Bilim kurumlarını rasyonel zeminden çıkarmak, dinin insan inşasına yönelik ortaya koymaya çalıştığı temel ilkeleri dikkate alarak söyleyelim dinin bizatihi kendisine ihanettir. Çünkü din toplumu değil, insanı inşa eder. Dini kurumsal bir yapıya döndürmek (buna kilise anlayışı da diyebilirsiniz) insanın muhataplığını devre dışı bırakmak demektir. Oysa dinin muhatabı toplum değil bireydir, bireyin ahlaki inşasıdır. İslam son tahlilde kiliseleşmiş tüm yapıları reddeden, ruhban sınıfını ortadan kaldıran bir dindir. Demem o ki, bu konuları ortaya atanlar ve bir takım politik hesaplar üzerinden her meseleyi dine bulaştıranlar, dolaylı yönden İslam'ı hedef noktası yaparak, yanlış uygulamaların faturasını yine İslam'a kesmektedirler.

Her mesele kendi zemininde konuşulduğu zaman meselelerin çözümü kolaylaşır. Bir şeyin üzerinden konuşmak, o şeyi konuşmak değildir. Asıl olan ne adına konuştuğunuzdur. Oryantalistler ve gelenekçi Müslümanların, İslam'ı konuşurken üzerinde buluştukları zeminin ortak karakteri, esasında modern dünyanın bütün meselelere yaklaşımında takındığı genel bir tavırdır. Klasik Renan ve ona reddiye mantığı! Siyaset de aynı şekilde ya o ya bu, ak ve kara mantığı üzerinden yapılmaktadır. Oysa karşı olma veya savunma psikolojisiyle bir olgunun hakikatini görmek çoğu zaman imkansızdır. Bu yüzden İslam üzerinden konuşmak, dünyevileştirici ve siyasallaştırıcı bir anlayışa çanak tutmak demektir.