Öyle yaşa ki, seni öldürmeye gelen sende dirilsin!

"SLM" Eski ve Yeni Ahit'te farklı çekimlerle yüzlerce yerde geçen, keza Kur'an'ı Kerim'de onlarca farklı biçimlerde kullanılan, kendisinden kurucumerkez terimlerin türetildiği bir köktür. Sami dillerinin hepsinde türevleri görülür. "SLM" arınmak, aklanmak, temizlenmek anlamlarına gelir; Tefsir uzmanı, dil bilimci Râgıb El- Isfahânî "içten veya dıştan olan her türlü kötülük, zarar ve noksanlıklardan uzak olmak" anlamını vermiştir. İşte İslam bu kökten gelir. İslam'ın amacını ortaya koyan "Allah'ın huzuruna, sadece tertemiz bir kalple varanlar kurtulur" (Şuara89) ayetiyle, kelimenin kök anlamı birebir örtüşmektedir.İslam, iç ve dış bütünlüğü "arınma" üzerinden kurar; bundan dolayı İslam'ın içinden yürüyen kişi ahlak insanı olmak zorundadır. Sezai Karakoç'un "İslam'ı öyle diricanlı yaşa ki, seni öldürmeye gelen sende dirilsin" cümlesi bu espriyi içinde taşır. Lakin nerde bu Müslüman Nitelikli Müslüman sayısının niçin az olduğu ünlü şairimiz Cemal Süreya'nın, Sezai Karakoç için söylediği sözlerde açığa çıkar: Şöyle der Süreya: " Öyle bir Müslüman ki, Marks da bilir, Nietzsche de bilir, Rimbaud da bilir. Salvador Dali de sever. Nazım da okur... Sıkışmış, sıkıştırılmış deha. Alçak gönüllü katı yüksek uçuyor. Şemsiyesi yok." Fikirlerine katılır ya da katılmaz ayrı bir bahis ancak İslamcı Sezai Karakoç, çağdaşı sosyalist Cemal Süreya'nın zihin dünyasında budur. Düşünce çilesini çekenlerin bilene-bilgiye saygısına güzel bir örnektir bu. İki hafta önce yazdığım, "Dini düşüncenin sorgulanamayışı: Aydın Sorunu" başlıklı yazımda bu konuya dikkat çekmiştim. Tekrar konumuza dönelim.Demem o ki, İslam'ın özünde nefret, kin, ötekileştirme, intikam yoktur. Tanrısal bir düzlemde kendini tanıtan bir dinin canla, canlılıkla, varlıkla sorunu olamaz. İslam sorunu gibi görünen her konu, tarihin kirli sayfalarına yerleştirilmiş Müslüman toplumların tarihidir. Bu durum İbrahimi dinlerin tümü için geçerlidir. Yani ekonomik ve siyasal çıkarlar ne yazık ki dinlerin yazgısını oluşturmuştur.İNSAN VAHYİ DE ÖTEKİLEŞTİRDİHer peygamber ve her vahiy birbirlerinin mütemmimi yani tamamlayıcısıdırlar. Aynı zamanda birbirlerini tasdik etmek üzere gönderilmişlerdir. Sami dilleriyle uzun yıllar meşgul olan ve bir dönem Diyanet'te birlikte çalışmalar yaptığım tefsir profesörü Salih Akdemir Hocam (Allah rahmet eylesin) "çeşitli dinlerin mensupları vahiy sürecini bir bütün olarak değerlendirmedikleri için indirgeyici bir tavır sergilemişlerdir. Bu indirgeyici tutumun doğal bir sonucu olarak, Yahudiler kendilerinden bir elçi olan Hz. İsa'yı ve müjdesini tanımamazlıktan gelirken, Hıristiyanlar da kendilerinden sonra gelen Hz. Muhammed'i ve insanlığa bildirdiği ilahî mesajı, Kur'ân'ı, tanımamışlardır!" der ve şu hayati tespiti de yapar:Yahudiler "Hıristiyanlar bir esas üzere değil" dediler. Hıristiyanlar da "Yahudiler bir esas üzere değil" dediler. Bakın bunlar din adamları. Mesela Yahudiler, "Yahudi olanlardan başkası cennete giremez'', Hristiyanlar da "Hıristiyan olanlardan başkası cennete giremez" dediler. Kur'an-ı Kerim inince Müslümanlar da diyor ki "Müslümanlardan başkası cennete giremez" Peki, Kur'an ne diyor: "Kimin cennete girip girmeyeceği ne Ehl-i Kitab'ın ne de sizin istemenize göre değil." Böyle olsaydı inançlar üzerinden bu denli ötekileştirmeler yaşanılır mıydı Ne diyordu bizim Yunusumuz: Sen sana ne