Doğru yerde durmak
İnsan vardır, kendisi doğru, düzgün, dürüst, kaliteli olabilir. Fakat yanlış yerde durduğu için, bu özelliklerinin bir hükmü kalmaz.
İmtihanlarda yanlışların doğruyu götürdüğü gibi, böyle insanların da bir yanlışı, bir çok doğrusunu götürür. Onu zalimlerin yanında görenler, şahsi meziyetlerine değil, içinde bulunduğu topluluğun mezalimliği ile değerlendirir. Böyleleri, zalimlerin zulmüne bilmeyerek de olsa, ortak olmuş olurlar.
Müslüman, feraset sahibi olur. Doğru ile yanlışı, hayır ile şerri, zulüm ile adaleti ayırt eder. Ona göre duracağı yeri tayin eder. Sonra da, her türlü zorluğa rağmen, sebatla, sabırla doğru yerde kalmaya devam eder. Ne pahasına olursa olsun, bulunduğu yeri terk etmez.
Normal zamanda, şartların müsait olduğu yerlerde, doğruların çokça bulunduğu devirlerde, doğru yerde durmak kolay olabilir. Ama, imtihanın zorlaştığı, şartların ağırlaştığı, zor ve çetin zamanlarda, bulunduğu doğru yeri muhafaza etmek kolay değildir. Pir Sultan Abdal, "Ne mutlu, eğri zamanda doğru yerde durabilene" demiştir. İnsanın gerçek karakter ve kalitesi, böyle zamanda belli olur. Böyle insanlar, ucunda ölüm bile olsa, bulundukları yeri terk etmezler. Her türlü çileye, ezaya ve cefaya katlanırlar. Ama doğru yerden ayrılmazlar. Zalimlerin zulmüne, müstebitlerin istibdatına ortak olmazlar.
Peki, bulunduğumuz yerin doğru yer olduğunu nasıl anlayacağız Evvela vicdanımıza soracağız. Çünkü vicdan, en doğru rehber, en iyi yol göstericidir. Vicdan terazisi hep doğru tartar. Yanlış yerde olduğumuz zaman, vicdanımız rahatsız olur. Nefsimizin sesini değil de, vicdanımızın sesini dinlersek, nerede olduğumuzu anlarız.