Bediüzzaman'ın Filistin meselesine bakışı

Risale-i Nur, Kur'an'ın en son ve en büyük bir tefsiri olarak, aynı zamanda Kur'an'ın mânevi bir mucizesi olduğundan, Kur'an'ın bir çok özelliğini de ihtiva eder.

"Yaş ve kuru ne varsa, Kur'an'da var" olduğuna göre, Risale-i Nur'da da küçük de olsa her meselenin bir lem'ası, bir şuası mevcuttur. Bugün İslâm âleminin yüreğini yakan, insanlık âleminin de vicdanı sönmemiş olanların vicdanını tahrik eden Gazze'deki İsrail katliamına dair de Risale-i Nur'un bir sözü, bir görüşü vardır. Bunu da Bediüzzaman Hazretleri'nin, Şualar eserinin 14. Şua'sında talebesi Refet Bey'in bir sualine verdiği cevapta görüyoruz:

"Aziz Nur kumandanı ve Kur'ân'ın hâdimi kardeşim Refet Bey,

Yahudi milleti hubb-u hayat ve dünyaperestlikte ifrat ettikleri için, her asırda zillet ve meskenet tokadını yemeye müstehak olmuşlar. Fakat bu Filistin meselesinde; hubb-u hayat ve dünyaperestlik hissi değil, belki enbiya-yı Benî İsrailiyenin mezaristanı olan Filistin, o eski peygamberlerin kendi milliyetlerinden bulunması cihetiyle, bir cihette bir ehemmiyetli hiss-i millî ve dinî olmasından, çabuk tokat yemiyorlar. Yoksa, koca Arabistan'da az bir zümre hiç dayanamayacaktı, çabuk meskenete girecekti."

İşte uzun bir tarihin, kısa ve öz bir özeti, yukarıdaki paragrafta ifadesini bulmuştur. Derinlemesine araştırmalar yapmaya, tarihi ve dini kaynakları taramaya hiç lüzum yoktur. Bediüzzaman Hazretleri, bu derin yaranın teşhisini koymuş, tedavi yollarını da göstermiştir.

Yahudi milleti, gerçekten dünya sevgisi mal, mülk, para ve servet için her türlü zillete katlanan, bunun içinde dünyanın çeşitli milletleri tarafından aşağılanan, tokatlar yiyen ve sürgün edilen bir topluluktur. O yüzden, Hazreti Süleyman ve oğlu Davut aleyhisselamdan sonra bir vatanları olmamış, bir devlet kuramamışlardır. Ta ki, 1948 yılına kadar.

14 Mayıs 1948 yılında İngilizlerin ve ABD'nin himayesinde, Filistin topraklarında İsrail devleti kurulur. Bu topraklar, onlara göre İsrail oğullarından gelen peygamberlerin meftun olduğu topraklardır. Ayrıca, bu toprakların Tevrat'da kendilerine vaad edildiğine inanırlar. Onun için mücadele vermeye başlarlar. Her ne kadar dünya sevgisi, mal mülk ve servet sevdalısı olsalar da, bu defa kendilerine göre mukaddes bir davaları vardır. Bu davalarında samimi ve ihaslı bir duruş sergilerler. Dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış olan Yahudilere de bu fikri aşıladıkları için, dünyanın her yerinden destek görüyorlar. Zaten Yahudi sermayesi dünyanın gelişmiş ülkelerinin finans kaynağı olduğu için, aradıkları desteği bulmaları zor olmuyor. Koskoca ABD başkanı, kayıtsız şartsız İsraili'in arkasındayız derken, Dışişleri bakanı da "ben buraya sadece dışişleri bakanı değil, bir Yahudi olarak da geldim" diyebiliyor. Bu kadar katliama, soykırıma, insanlık dışı ve iğrenç hareketlerine rağmen, diğer Batılı ülkelerden de aynı desteği görebiliyor.