Sınıfsal İslamofobi III.

B.Bu başlığın ilk iki yazısında ekonomik gerçekler ve amaçlanan hayat arasındaki uçurumun yarattığı gerilimden ve kolektif aşağılık kompleksinin yol açtığı öfke ve nefretten bahsetmiştik. Buradan devam edelim. İslamofobi'yi sınıfsal bir zeminde üreten üçüncü amil, bu kompleksiler güruhunun aslında nerede yaşadığı ile ilgili gerçeklik algısını yitirmiş olması halidir. Gerçek hayatla sanal hayat arasındaki farkı ayırt edemeyenlerin, hepimizin diline pelesenk olmuş oldukları malumunuzdur. Buna karşın, bu arızalı insanın, bu şaşı gözün yeni zuhur ettiğini zannederek hata ederiz pek çoğumuz. İnternetin adı henüz konmamışken de vardı bunlardan. Daha marjinal, daha az sayıda ancak varlardı. İzledikleri Hollywood filmlerinden etkilenen, "ben niye bir gece vakti Güngören'de bir gökdelenin terasında saksofon çalarak cool pozlar veremiyorum ulan!" diye küfür kafir yürüdüğü kalktığınızda tezgah açmış işportacıya çatan, efendi gibi ana-babasını evlilik planı yaptığı kızın evine istemeye göndereceği yerde, sevdiği kızın babasının karşısına çıkıp "kızınızdan hoşlanıyorum bayım" diyen; hulasa, zihni melekeleri Hollywood senaristlerinin çizdiği sınırlarla mahdut insanlar tanımışsınızdır doksanlarda da. Muhayyileleri bu hayalperestlere muhayyel bir sınıfsal ayrışma imkanı sunmaktaydı. Genel tavırları da "kimse beni anlamıyor. Siz ne anlarsınız a avamlar!" şeklindeydi. Bu ekranla idlal olmuşluk durumu, kişi ile yaşadığı hayat arasında sınıfsal bir gerilimi, hem de hiçbir hakiki karşılığı ve sebebi yokken husule getirmişti. İnternet elbette bunlara başka bir kapı açtı. Aslında hiç bilmediği, hakkında en ufak malumat sahibi olmadığı, ancak kendilerine yönelik büyük hevesler taşıdığı o kültürlere karşı alakanın yanında malumat peyda edebilecekleri bir zemin ortaya çıktı. Üstüne bir de sanal alem ile gerçek hal arasındaki farkı tefrik edemeyecekleri bir hayatın içinde bulmalarıyla kendilerini, birdenbire gerçekte nerede olduklarını hiç hatırlayamayacakları bir tenvim, bir sarhoşluk hali ile çepeçevre sarıldılar. Elbette bu saltanat en fazla yatsı kadar sürebildi pek çokları için. Az ötedeki mahalle camiinin mikrofon kullanmayı bilmeyen müezzini, ezan-ı Muhammediyye'yi camları titretecek desibelde okudu ve bizim gariban hayalperest mum ışığında içtiği baharatlı şarabın sizlere gömdüğü muhakeme yeteneğinden azade, kendisini Michigan Gölü civarında bir yerlerde zannederken, birdenbire Güngören'de