Fahrettin Altun doğru söyledi

B. Dionysos şenlikleri esnasındaki temsiller öyle bir işkenceydi ki, kadınların ve çocukların izlemesi yasaktı... Antikite, Yunan'a ait pek çok şeyi Romalı kıldığı gibi tiyatroyu da Romalı kıldı. Evet imparatorluğun dört bir yanında tiyatrolar vardı, ancak oyuncu olmak hiç de muteber bir şey değildi. Geç antik dönemin ünlü simalarından Libanios, Antakya'da sergilenen oyunları methederken bir yandan da ne kadar bayağı şeyler olduğundan bahseder. Bu görsel şovları yaygınlığı sebebiyle izleyen düşünürler arasında canı sıkılanlar da vardı elbette. Tiyatro; müzik, cinsellik ve görselliğin bir araya geldiği bir mecraydı ve Seneca bunların üçünü de itimat edilmez buluyordu... Tiyatroya adını veren "Görme eylemi" der Seneca "en yanıltıcı şeydir"... Basitlerin işiydi oyuncu olmak. Üst sınıftan kimse oyuncu olamazdı. Hıristiyanlar, ilk dönemden itibaren tiyatroya açıkça düşmanlık etti. Tiyatro kadar itibarsız bir şey olamazdı onlar için. İşretin ve pagan sapkınlığın her türü orada vücut bulmaktaydı... Bu hor bakış antikiteyle sınırlı kalmadı. 18. Asır'da, Fransa'nın İngiltere'ye açılan kapısı Calais'de bir Han, eli yüzü düzgün misafirleri ağırlamak için isim yapmak istediğinde kapısına bir levha asmıştı "Denizciler, oyuncular ve avam takımı giremez!". Oyuncu dediği bildiğiniz tiyatro, panayır, kumpanya gibi yerlerde sahneye çıkan kimselerdi. Buradan bohem sanatçı figürünün o dönemde de var olduğu sonucuna ulaşabiliriz. Zira bir oyuncunun ne parası olacaktı da o hana gidecekti Demek deneyenler olmuş. Fransız İhtilali günlerinde tiyatrolar muvakkaten kapatılmıştı. 1792'de yeniden açılmalarına izin verildiğinde Paris'te 23 tiyatro faaliyet göstermeye başlamıştı. Terör dönemi Fransa'sında sosyal sorumluluk hissetmeyen kimseleri kendilerine davet ediyordu tiyatrolar... Asıl adı Boulevard du Tempel olan tiyatrolar caddesine Fransızlar Boulevard de Crime adını vermişti: Suç Caddesi! Her melaneti kendine çeken bir kanalizasyondu burası. Haussmann buradan öyle nefret ediyordu ki, Paris'in medeni bir yer kılınması isteniyorsa, buranın dümdüz edilmesi gerektiğine iman etmişti. 1862'de bir başından girdi, diğerinden çıktı! Bütün o bayağılık, alt alta-üst üstelik, yankesicilik, hırsızlık, adam yaralama, cinayet, taciz-tecavüz yatağı olan bu kubura kireç atılmıştı nihayet... Tamer Karadağlı'nın devlet tiyatroları genel müdürü olması üzerine kopartılan vaveylaya bir bakayım dedim. Haklı olabilecek eleştirilere de rastladım doğrusu. Velakin ekseriya saçmalık. Fakat beni yine yeniden en çok güldüren şey, bu adamların tarihlerini ve bulundukları pozisyonu bilmeden sanal asalet hikayeleri uydurmaya olan hevesleri oldu. Efendim, Muhsin Ertuğrullardan Afife Jalelerdennnnn... Dümbüllü İsmail'den hiç bahseden yok. Üstelik adamcağızın kavuğu elden ele Kutsal Graal gibi aktarılıp bir gelenek icat edilmeye çalışılırken... Yunan tragedya geleneğine,