Bir şey yeniyse genelde yadırgarız. 'İlk' olmanın ilk handikapı budur. Sonra bu 'ilk', yaygınlaştıkça normalleşir. Normalleştikçe varyantları türer. Günün sonunda 'ilk' olan, ayrıcalıklı bir yere konumlanır. Daha sonra bu 'ilk' de eskir ve bu defa 'yeni'yi o yadırgamaya başlar. Süregelen bu döngüye 'büyümek' diyebiliriz ya da 'fıtrattan uzaklaşma'.
'Benlik'le başımız derttedir. Bazen kendi 'ene'mizi yani nam-ı diğer 'ego'muzu koyacak bir yer bulamayız. Hadi bulduk diyelim. Bu sefer de nereye bıraktığımızı bulamaz hale gelir, kayboluruz. Peki, 'ene'yi bırakmak neden mühim 'Benlik' olmadan 'kimlik' olur mu Olur. Kanaatimce. Hatta 'kimlik', 'benlik'ten azat olununca 'kimlik' olur diye düşünmekte
Dervişin yolculuktan bir muradı da cihanı ibret nazarıyla temaşa edip tefekküre bahane bulmak. Bana hemen, 'Bunun için yol tepmeye gerek yok, kendine baksa yine yeter' demeyin. Çoğu zaman kendini görmez insan. Kadim tekkeleri ziyaret ederek kabınca 'maneviyat' aparmaya çalışan modern bir birey olarak, kendimi derviş addetme hadsizliğiyle yollar tep
Bir kölenin azad olduktan sonra, ilk iş olarak kendine hizmet eden köleler satın alıp 'efendi'lik yapmaya çalışmasına dair şaşkınlık içeren düşüncelerimi zihnimde çeviredururken, klavyeye 'yaz!' emrini veriyordum. Evet. Eşyanın insana hizmet ettiği bilgisi aynel yakin olarak dem be dem tezahür ediyor. Ancak, insanın kime hizmet ettiği konusunda ise
Metrodayken, koltuk kapmak için, iki saniye bile ayakta duramayacakmış gibi davranan insanların, indiklerinde yürüyen merdivenleri koşarak çıktıklarını gördüğüm sıradan, yalancı ve saçma bir fosmodern sabahıydı. İliklerime kadar hissiz; istemsiz nefes almak dışında cansızdım. Sürüklenerek götürülen et yığını gibi garip bir otomatikleşmeyle her saba
© 2016