Müessir-i Hakikî - 2

Yani şu kâinatın mevti mümkündür. "Çünkü bir şey kanun-u tekamülde dahil ise o şeyde alaküllihal neşv ü nema vardır.Neşv ü nema ve büyümek varsa ona alaküllihal bir ömr-ü fıtri vardır. Ömrü-ü fıtrisi var ise alaküllihal bir ecel-i fıtrisi vardır. Gayet geniş bir istikra ve teşebbüs ile sabittir ki, öyle şeyler mevtin pençesinden kendini kurtaramaz. Evet, nasıl ki insan küçük bir âlemdir yıkılmaktan kurtulamaz. Âlem dahi büyük bir insandır, o dahi ölümün pençesinden kurtulamaz." (29. Söz, İkinci Maksat) "Elhasıl dünyanın mevti mümkündür" diye hükmünü, bütün nas ve mantık kuralları muvacehesinde vermiştir ve bu meselede, edyan-ı semaviye (semavi dinler) gibi, fıtrat-ı selime ve kâinattaki tebeddülât ve tegayyürâtları da, müttefikan deliller olarak göstermiştir. Demek Bediüzzaman olmak, öyle kolay bir hadise değil. Bu ünvanı o bihakkın hak etmiştir. Netice olarak o inkarcı fikirlerin her birine Üstaddan geniş muhtevalı delilleri sunmak isterim fakat, mekân darlığından beni mazur görün. Yine de bir kısmına kısa işaretle hülasa etmek istiyorum. 3-Haşr-i cismani meselesinde ise yine o "çürümüş kemikleri kim diriltecek" sorusuna, hiç yoktan yaratan Allah (cc) diriltecek ve bir komutanın bir boru sesiyle neferatı topladığı gibi, Allah da İsrafil'in (as) borusu ile o zerratı asker misal bir emirle toplamaya muktedir olduğunu Haşir Risalesi olan Onuncu Söz'de izah, isbat ve münkirleri iskat etmiş, susturmuştur. İşte bugün de, Risale-i Nurdan haberi olmayan, oryantalist veya Batının şarkiyatçılarından etkilenenler, benzer nakaratları seslendirmeye, sosyal medya ayağı ile de devam ediyorlar. Biz yine onları her derde layık devayı Kur'an-ı Kerim'den ihsan eden Rabbimizin lütfuyla yazılan, Risale-i Nurlara havale ederek, bu tür çürütülmüş nazariyelere prim vermeyeceğiz. Bir mukallitlik uğruna küfre kuvvet vererek iman küfür mücadelesinde meseleyi imanın aleyhine sebep olacak boyutlara taşımalarına fırsat vermeyip engel olmak için bu hakikatleri neşretmeyi de, bir Nur talebesi olarak en önemli görevimiz addediyoruz. Ezcümle: Bir kere Bediüzzaman'ın da dediği gibi, azlık çokluk, büyüklük küçüklük, güçlü ve zayıflık, bize göredir ve bunlar, göreceli, izafi mefhumlardır. "Allah (cc) için, cüz'iyatla külliyâtın, azla çoğun, küçük ve büyüğün farkları yoktur. Ancak O, imtihan olarak mahlukatı yaratırken, sebepleri, izzetini vikaye için "şart-ı adi" olarak yaratmıştır, te'sir-i hakiki için değil. Yani bu sebep, bu müsebbebe (neticeye) yetmediğine göre, -çünkü sebep aceze, sonuç mucizedir- o halde buna hakiki bir müsebbip lazımdır. Yani bir incir ağacı kendisi çamur yeyip, süt ve bal konservelerini bize sunmaktan aciz olduğundan, bir tavus kuşunun harikalığı basit kabuğun kırılmasıyla olamaz ve mucizevi bir kudrete dayandığını lisanı haliyle