Akıl mı iman mı -2

İbn Arabi; "Akıl bir sınırlamadır" diyor.

Yani şu uçsuz bucaksız âlemde, bir şeyi anlayabilmek için önce sınırlamak gerekir. Yoksa o şeyi tanımlayamayız, nisbeten de olsa sınırlamadan anlayamayız. Belki de yanlış sınırlayıp yanlış tanımlayabiliriz, künhüne varamadığımız bir şeyi nasıl kavrar, nasıl hakkında hüküm verebiliriz Zifiri karanlıkta bir fil tanımından bahs edilir. Tanımlayanlardan kiminin yılan, kiminin duvar veya boru dediği rivayet edilir. Senin kâinatta yerin ne ki Yani biz, kâinata bir anahtar deliğinden bakıyoruz. Yani görüşümüz sınırlı olduğu gibi, haliyle o nisbette akıl ve muhakememiz dahi sınırlı oluyor.

Mesela uzay, geometri veya parelel meridyen daireler gibi... Aslında uzayda böyle şeyler yok, fakat biz bir şeyler anlayıp idrak edebilmek için farazi hatlar çizmişiz, zamanı ve şu sistemi anlamaya çalışıyoruz. Belki de yanlış teşhis koyup maksadının dışına çıkarıyoruz. Yani bu yapılan doğru değil mi, denirse İzafi bir gerçeklik olarak işimize yaradığı nisbette doğru olabilir fakat, uzun vadede aleyhimize de olabilir. Çünkü bunlar mutlak doğru değil, izafi doğrulardır. Şartlara göre değişir. Bunları sabit zannetmek bizi inanç olarak da yanıltabilir. Mesela, bir zamanlar dünya sabit, güneş dönüyor zannediliyordu. Halbuki Kur'ân-ı Kerim'de Cenab-ı Hak "Geceyi gündüze, gündüzü geceye sararız..her biri ayrı bir yörüngede akıp gitmektedir"(Zümer 5) gibi ayetler de bu gerçeği ifade ediyor.

Bir de, hoş bir kelam-ı kibarda "O kitapta nice noksan ve ayıp arayanlar vardır ki, asıl ayıp onların beyinlerindedir" denilmektedir ve Bediüzzaman da, "Akıl, ilim ve fen hükmettiği istikbalde, elbette bürhan-ı aklîye istinat eden ve bütün hükümlerini akla tespit ettiren Kur'an hükmedecek."(Hutbe'i Şamiye) diyerek bu çelişkilerin din ve fenni bilmemekten olduğunu ifade etmektedir.

Diğer bir misal: Su, Kur'ân-ı Kerime göre de kaynar fakat Kur'ân onu 100 dereceyle sınırlamaz, çünkü izafidir. Deniz seviyesinde 100 derecede kaynarken, bir dağ başında seksen beşte de kaynar. Yani bu derecelerin hepsi külli aklın ihatasında olduğu için, hepsini birden ifade etmiş olur. Fakat dinde sathi, muhakeme-i akliyede nakıs ve heyecanı aklını aşanlar bunu anlamayıp, noksanlık izafe etme cür'eti gösterir. Yani izafi doğrular bizi hakiki ve gerçek ve mutlak doğruya götürdüğü nisbette faydalıdır.

Bir de "Rasyonelite" (Gerçekçilik) diye bir tabir var. Yani bunlar somut, elle tutulur gözle görülür gerçekler üzerinden hareket ediyorlarmış! Ve çok gerçekçilermiş intibaı verenler var.

Bunlar zaten göremedikleri üzerinden hüküm yürütemeyeceklerine göre, bunların alanı çok dardır. Mesela, dünyanın güneşten koptuğu söylenmiş. Bu bugün modern ilimlerle çürütüldüğü halde, çokları hâlâ daha ezberini bozmak istemiyor ve inatla bu nakaratı saçmalamaya devam ediyor.

Bunun mümkün olmadığını, bir Alman bilgini ta 1946'larda ilan ederek 'güneş ve dünyanın terkip (bileşikleri) çok farklıdır. Mesela güneş helyum ve hidrojenden müteşekkil bir kütledir ve dünyada da, bizim zamanımızda 104 element deniyordu şimdi 116'lardan bahsediliyor. Bir demir atomu demir kütlesinin ve bir damla su denizin özelliğini taşıdığı halde, dünya niçin güneşin özelliğini taşımıyor' diye soruyor. Artık bu gerçeği asırlar sonra da olsa "Big Bang" ve kuantumla görmüş olduk. Halbuki Üstat Bediüzzaman 1915 ve 1916'lı yıllarda, hem de Rus cephesinde savaştığı haldeki yazdığı "İşaratü'l-İ'caz" tefsiri, Bakara Suresi 29. Ayetin tefsirinde, bugün daha yeni yeni ulaşılmakta olan "Esir tabakası"ndan bahs ederek bilmana, o boyutları sıfır olan maddeye Cenab-ı Hakk'ın tecelli ederek sıvı ve buhar olarak sema ve arzı birbirinden ta o ilk teşekkül zamanlarında ayırdığını, yoksa güneş seviyesinde iken olmadığını ifade ediyor. Big Bang ve kuantum da onu tasdik etmiş oluyor.