Mehdi ve Mesih telakkileri (Zuhur ve nüzul alametleri) - 4

Bilindiği gibi Mehdi ve Mesih beklentileri, hak, batıl, muharref ve müsahhih bütün dinlerin meselesidir ve o konuda herkes kendine göre bir kurtarıcıya inanır, onu bekler.

Onun için de rivayetler karışmış ve işin içinden çıkmak hayli zorlaşmıştır. Fakat iman ve İslam, imkân demektir ve Cenab-ı Hak "Gaybı Allah'dan başkası bilmez, bir de Allah'ın ilim verdiği rasihler müstesna"(Âl-i İmran, 7) buyurmaktadır. O halde bu muğlak durum, hakiki ve müdakkik bir mü'min için mesele değildir.

Şu an için gündemde olan Netanyahu'nun, "Biz bu katliamları Mesihin gelmesi için yapıyoruz" deyip, haşa Mesihi zulüm ve hunharlığa vesile göstermesi, Amerika gibi süper güç ve demokrat zannedilen bir devletin ve bazı Avrupa ülkelerinin sanki İsrail'in paralı askerleri gibi zulme alet olmaları, "asaleti olan garaza vasıta olmaz" kaidesine göre çok şaşırtıcıdır. İran liderinin ise, "Mehdi geldi, geliyor ve bize yardım edecek" gibi afaki ve siyasi söylemlerinin de, yine gerçek Mehdi ve Mesih idrakinden fersahlarca uzak olduklarının ibretlik delilleridir.

Böyle muharref dinler ve içtihaden yanlışta olanların, insanlığı sapık inançlarının tutsağı ettiği bir ortamda bizim, hak dinin mensupları ve gerçek inançların temsilcileri olarak susmamız, akıl ve iz an alır bir şey değildir. "Akıl tutulması" denen olayın bu olması gerekir. Bu gayretsizlik ve ciddiyetsizlik, gayretullaha dokunur. Madem cepheye gitme imkânımız da yok. Hiç olmazsa fikren bari bu yaraya bir neşter vuralım ve bu ihaneti dünyaya ilan edelim gayretiyle bu meseleyi işlemeyi, hem imani, hem vicdani bir sorumluluk ve zorunluluk saydım.

Bu sorumluluğu ifa etmek için de, Bediüzzaman'ın tesbit ve teşhisleriyle şekillenen, bizzat kendi sözlerini soru ve cevap olarak nakletmeyi uygun buldum: