İç güçler dış güçler

Sayın Erdoğan yirmi yıl önce iktidara geldiğinde Türkiye, 28 Şubat'ın ağır sonuçlarını yaşıyordu. O günlerden bu tarafa birçok alanda büyük değişimler olduğunu biliyoruz. Özellikle Türkiye'nin çehresinde meydana gelen büyük değişimler güven kaybının gündemden kalkmasını sağladı. Yaklaşık iki asırdır, yaşadığımız büyük kayıpların sonucu olarak, kendi başımıza bir şeyleri başarabileceğimize dair güveni kaybetmiştik. Bu açıdan son yirmi yılda yaşadığımız değişimi farklı açılardan görmeye çalışıyoruz.Yirmi yıl önce, güven kaybı en üst seviyeye ulaştığında belirli alanlarda Batılı kurumlarla iç içe olmakta bir sakınca görmeyen mücadele pratiğinin bugüne ulaşan etkileri oldu. Daha açık bir ifade ile bazı sivil toplum kurumlarının Batılı güç merkezlerine eklemlendiği bir süreç yaşanmıştı. FETÖ'cüler bunun en uç örneğidir. Onların durumunu tam olarak güven kaybı ile izah edemeyiz. Bu yakınlarda başlayan yeni bir dizide gösterildiği gibi FETÖ, bidayetinde bilinçli bir tercih içindeydi. Bu yapının insanları yurt dışına çıktıktan sonra din, millet, devlet ve coğrafya ile bağlarını çok kolaylıkla kopardı. Bu bilinçli tercihin derinlere işlemiş olduğunu gösterir. Muhtemelen onlara benzeyen başka yapılar da var. Fakat güven kaybı ile ortaya çıkan sorunlar ayrı bir kategori oluşturur. Bu ikisini muhakkak ayrı ele almak gerekir.Sayın Erdoğan Türkiye'nin çehresini değiştirirken zorunlu bir sonuç olarak örgütlü yapıların derin ilişkileri de ortalığa saçıldı. Çünkü Türkiye bağımsızlaşma mücadelesi vermiştir ve bu, derin ilişkilerin ortaya çıkmasını zorunlu hâle getirmiştir. Bu yapıları besleyen "dış güçler" bağımsızlaşma sürecine ket vurmak için onları harekete geçmeye zorladı. FETÖ'cüler kibrine yenik düşmüş değildir. Onlar zorunlu olarak harekete geçmişlerdi. 2012'den itibaren Erdoğan'ın bu yapıya karşı açık bir tutum içine girdiğini görüyoruz. Birtakım muhafazakâr yapıların o günden sonra Erdoğan'dan uzaklaşması ya da araya mesafe koyması bugün dahi tam olarak izah edilemedi. FETÖ'cü unsurlar bu yapılara sızmayı başarmıştı fakat kendilerini onlara teslim etmeleri oldukça tuhaf bir durumdur.Yozlaşma, ehliyet ve liyakat gibi kavramlar maksatlı olarak gündemimize girdi. Deizm tartışmalarını da aynı çerçeve içine dâhil edebiliriz. Hâlbuki aynı günlerde Türkiye yakın coğrafyasıyla birlikte, tabiri caizse, yeniden tarih sahnesine çıkmaya başladı. Sadece salgınla mücadeledeki başarı bile Türkiye'nin geçirdiği değişimleri görmeye yeter. Türkiye bu dönemde çaresizlik içerisinde kıvranmadığı gibi başka ülkelere yardım etmeyi de başardı. Çok daha çarpıcı olan ise salgın döneminde üç ayrı savaşta doğrudan taraf olmamızdır. Eğer bir çaresizlik görüntüsü verilseydi muhakkak güven kaybı yaşardık. Çünkü uzun bir dönemden sonra tekrar denemiş fakat başaramamış olacaktık. Bu dönemin yozlaşma, ehliyet ve liyakat suçlamalarıyla tezat teşkil ettiği çok açıktır.Güven kaybı belirli bir zaman içinde etkisini yitirecektir. Bunun kitlesel sonuçları olacaktır. Örgütlü yapıların ise güven kaybı yaşamaya