Zor olan, kimseyi kırmadan incitmeden yaşamak...

"Medeniyet dediğin şey; pahada, lüks olanda değil, insanın tam özündedir. Allahü teâlâ ahir ve akıbetimizi hayır eylesin vesselâm..." Ölüm, her fâninin istemeyerek de olsa peşinden sürüklendiği en büyük hakikat...Ölüm ne bir şiir, ne de bir felsefe, hele masal ya da hikâye, roman hiç değildi.Lütfü Hoca, zor biri değildi aslında. Herkes gibi doğruları, yanlışları vardı elbette. Kimsenin oyuncağı olmadı, kimseye muhtaç da... Kendini başkalarından üstün gören biri de değildi. Kötülere, kötülüklere kulak asmadı. Her duyduklarına inanılmayacağını, herkesi kendi gibi görmeyeceğini çok yakinen bilse de o yine de iyilik ve fedakârlık yapmaktan geri durmadı.Yaşamak zor değilmiş aslında. Zor olan, kimseyi kırmadan incitmeden yaşamakmış. Sırtını yasladığı duvarın altında ezilmekmiş zor olan. Bunu da ona, asrı aşan, yüz yedi senelik tecrübeleri öğretti.Dünya boştu, beklentileri de... Ahirette işe yaramayan hiçbir şeyin kıymeti olmadığını, aslında hiçbir şeye gücünün yetmeyeceğini, o dert sandıklarının da bir hiç olduğunu, seneler geçtikçe, toprağa verdiklerinden öğrendi. Birçok şeyi öğrenmesine öğrendi de ömür dediğin neydi ki Onu da alıp son istirahatgâhına götürmeyecek miydi Üryan geldim gene üryan giderim,Ölmemeye elde fermanım mı varAzrail gelmiş de can talep eyler!Benim can vermeye dermanım mı var Lütfü Hoca, emekli olduğu 1992 senesine kadar hocalık yaptı ve din-i İslâm'ı öğretti. Mesleğine sevdalı, öğrenmeye ve öğretmeye hevesli, insanlarla uğraşmaktan bıkmıyordu, bir bakıma maceracıydı ve zor şartların engebeli ortamında yaşamaktan korkmuyordu. Kurân-ı kerim okumakla yaşamayı seçti. İnsanları, ebedî saadete kavuşturabilecek amelleri severdi. Kur'ân-ı kerîm muhabbetiyle hayata tutundu kaldı.İki kız kardeşi vardı: Serviye, Nuriye. Kendi dâhil üç erkek: Lütfü, Osman ve Ömer, toplam beş kardeştiler. Önce Nuriye