Zihninin dehlizlerine doğru bir yolculuk tertipliyordu bugün...

Birkaç gün evvel yağan karın ötede beride bıraktığı kirli buzlar, akan suların üstünde can çekişiyor gibiydi... Sustu, fazla üzmemek için konuyu kapatmak istedi Ömer. "Geri dönüp evin içine bakamıyorum biliyor musun" demesi pek içini yakmış olmalı ki: - Daha beterleri de var Ali'ciğim! - Boşlukta sallanırken, ulaşabildiğimiz her şeye tutunmaya çalışıyoruz! - Öğretmenler; "Hayatta kalabilme refleksi..." diyorlar buna. - Demek; düşmek kaçınılmaz o sonsuz derinliğe... dedi Ali. Zihninin dehlizlerine doğru bir yolculuk tertipliyordu bugün. Yol oldukça uzun, çeşitli tehlikeler ve bilinmezliklerle doluydu. Üstelik kontrolün kimde olduğu belli olmadığı gibi, göreceklerinin doğruluğu da muğlak... "İşim hiç de kolay değil" diye söylendi Ali. Maksadı, bir ferdi olduğu mümtaz ailesini kimseye muhtaç etmemek olsa da kendini ayakta tutabilme, mecburi ihtiyaçlarını karşılayabilme imkânı ve ihtimali de oldukça düşündürücüydü! Bütün bu hayâlleri, ihtimaller ve imkânsızlıklar üzerine kurulmuştu. Ona odaklanıp inandığı hakikatlerden vazgeçmeden çok önce hareketlenmişti. Hareketlenmişti ama daha adımını atmadan karşısına; "Sen pek küçüksün, zorluklar çok, onları aşıp muvaffak olamazsın! Aman dikkatli ol!" nasihatleri dikiliveriyordu... Evet, önündeki en büyük mâniler: Tabular... Ön yargılar... "Ah şartlanmışlık! Ah ah!.." Ömer, çıkardığı gibi sarıverdi; iyi mi, kötü mü, ne durumda olduğunu tam anlayamadığı şeyi ve parmaklarını hızla hareket ettirerek "Peşim sıra gel" diyordu arkadaşına. Gayriihtiyari, Ali de bu işin sonunda ne çıkacak diye meraklanıp "geliyorum" diyor el işaretiyle. Terk eyledim başka yeri, Oldum Hakk'ın sadık eri, Dostu bulduktan beri, Bura mekân olmaz bana. Ben âşık-ı biçareyim, Baştan ayağa yâreyim. Artık deli divaneyim, Şu akıl yâr olmaz bana. Oldukça küçük ve dar bir sokak, iki tarafında muhtelif binalar ve altlarında her çeşit dükkân; bakkal, attar, manav, kunduracı, vesaire. Birkaç gün evvel yağan karın