"Tepemden de kaynar sular dökülmüş gibi oldum!.."

"Hafız oğul, biz de bu durumları bildiğimizden senin köyümüze imam olmanı istemedik. İşte yakinen gördün..." Lütfü Hoca: -O vaiz efendiye dedim ki: "Bu yatsıdan sonra, Ramazan-ı şerif yaklaşıyor diye oruç tutmanın farzlarını, orucu bozan şeyleri öğretecektim. Cemaat biliyor mevzuyu. Suallerle de geliyorlar. Siz de o mevzuda vaaz verseniz nasıl olur" O da "Olur hocam! Kaldığınız yerden devam ederiz" diye cevapladı Yatsı kılındı. Zaten namazı da o kıldırmıştı. Cemaat kalabalıktı. Herkesin gözü hoca efendinin üzerindeydi. "Sallü âlâ Resûlünâ Muhammed" diyerek Sevgili Peygamberimize salat ve selâmdan sonra başladı başka mevzulardan bahsetmeye. Cemaat bana bakıyor, "Hani derse devam edecektik" kabilinden. "Belki unutmuştur" diye düşünerek, onun duyabileceği bir sesle "Hocam, hani kaldığımız yerden devam edecektik! Oruç mevzuu" dedim, hatırlattım. O esnada arka saflardan bir ses: "Biz senin o kadar yalanlarını dinledik, bırak o da bildiğini anlatsın!" - Olacak şey mi - İşte oluyor Celâl Efendi Bu kâfir nefis var ya, hiç itimat edilmez! Nerede, ne yapacağı hiç belli olmuyor. Sadece "Ben şimdiye kadar yalan mı söylüyordum" dedim. Dedim ama tepemden de kaynar sular dökülmüş gibi oldum. Dokunsalar düşecek gibiydim. Cemaat da fena bozuldu. Sağdan soldan homurdanmaları, laf atanları görünce hemen köyün ileri gelenlerine; başta muhtar Hasan Ağaya, Haydar Ağaya, Cafer Ağaya, Etem Babaya "Lütfen gençleri alın evlerine götürün. Bu mübarek cami adabına da münasip olmaz..." dedim, cemaati gönderdim. Misafir Hoca efendi de mahcup oldu. - Verintap'ı hep tanırım kimdi o - Vaaz veren Hoca Efendinin amcazadelerinden biriydi. - Hafız oğul, biz de bu durumları bildiğimizden senin köyümüze imam olmanı istemedik. İşte yakinen gördün. - Evet Abdullah emmi! Çok iyi anlıyordum sizi. - Peki ismi neydi - İsim vermeyeyim Emmi! Onu da çok severdim. Senelerdir evinde otururum, en çok irtibatımız olan