Sıkıntılarım beni pek fena sarsıyordu!..

Bunca vefasızlık varsa özünde,Onların kıymet-i harbiyesi kalmaz gözünde!"Fiyatı kaça" deseler bana"Hiçe'der" geçerim ona!Muhabbetim olana.Kurban olunur,Her derdin de bir çaresi bulunur!Biten irtibatın ardından sağda solda konuşmayacaksın.Sahiplenmedin madem, adam gibi dilini tutacaksın!Paniğin lüzumu yok!Olmasın her kelime kalbimize atılmış bir ok.Boş laflara karnımız tok!Gittiğin yerde boşluk dolduran değil,Gittiğin zaman boşluğu doldurulamayan ol.Kırılmasın kafa kol!Hava ol, su ol,Ne olursan olAma mutlaka huzurla dol! Mevsimler nasıl da çabuk geçiyordu. Yazın son, güzün de ha yağdı yağacak kurşunî bulutlarla kaplı bu ilk gününde, İstanbul'a koyu ve kasvetli bir hava hâkimdi. Marmara Denizi'nin, Boğaz'ın lacivert suları, bulutlu gökyüzünün yansımasıyla mı ne neftî bir renge bürünmüştü. Sanki benim gibi kuşların, martıların da keyfi yerinde değildi.İkinci defa yattığım 29 Mayıs Hastanesi'nin odalarından çocuk feryatları, hasta iniltileri duyuluyor, içimi acıtıyordu. Elimde olmadan kendimi bir darülaceze ve ıstırap evinde sanıyordum. Sıkıntılarım beni pek fena sarsıyordu.Gözümün önünde belirlenen ilk ve tek şekil, canım Aylin arkadaşımın solgun çehresinin altındaki kırmızı kan peltesiydi. Onu bu hâllere getirenleri, gençliğini, istikbalini harap edenleri Allahü teâlâya havale ediyorum! Bir şey diyemiyorum sadece içimden geçenleri söylüyorum "Rabbim müstehaklarını versin! Yarın mahkeme-i kübrada nasıl hesap verecekler" dedim, ağladım. Gözlerimden sicim gibi dökülenlere mâni olamıyordum."Bir gecede bir insan bu kadar acıyı kaldırabilir miydi Kaldıramadım işte. Sigortalarım atmış olmalı ki yine aynı hastaneye ve aynı doktora getirmişler" diye düşünüyordum ki dışarıdan yankılanan sabah ezanı sesleriyle birlikte odamın