Sanki sönmüş kürenin üstünde tek başına kalmıştı!..

Eylül ayında köyün üstünden son sıcak dalgaları geçiyordu. Her tarafta yine hummalı çalışma var. Seneler sonra bu İsmail Atakul isimli köylüm, ortaokuldan ve öğretmen okulundan arkadaşım oldu. Bu meseleyi sorduğumda: "Ya Ragıp olacak şey mi Koca taşların arasından çakmak çakmak bakan iki gözden maada bir şey görmezsen sen ne yapardın Yüz yok ortada, hayvanlar kaçmakta buldu çareyi. Ben de kamçıyı salladım sadece. İnan o zaman elime geçseydin fena dövecektim..." der, bizi güldürürdü. Vefatını duyunca çok üzüldüm. Cenâb-ı Allah, gani gani rahmet eylesin İsmail Atakul ağabeyimize ve bütün vefat edenlerimize. Hepsi de nur içinde yatsın. Eylül ayında köyün üstünden son sıcak dalgaları geçiyordu. Her tarafta yine hummalı çalışma var. Bilhassa sebze kurutmak için seferberlik ilan edilmiş gibiydi. Sokaklar, damlar hep bu işlere ayrılmıştı. Bu son sıcaklar insanın kemiklerine nüfuz ediyor, parmaklarının ucuna kadar terletiyor... İnsan, hayvan, her canlı mahlûk bu bir daha göremeyecekleri havaların keyfini çıkarma telâşıyla dışarıdalar. Kimi tahıllarının başında nöbet tutuyor, kimi değirmende un öğütüyor, çok ihtiyar olanlarsa nefes alabilmek için sığınacak gölgeliklerde serinlerken bir taraftan da sigarasını tüttürüyordu. Analarını arayan aç köpek yavruları, dilleri dışarıda, karınları körük gibi inip kalkıyor. Bu yavruları tutmayı, okşamayı ne kadar severdim ama anacığım asla müsaade etmezdi. Bir de her tarafımı yara kaplayınca mümkün değil yanı başından ayrılamazdım. Kuddusi kardeşim ise gittikçe daha ağırlaşıyormuş. Büyüklerimin konuşmalarından öyle anlıyordum. Yaz olur bostan olur, Basmalar fistan olur, Dertlerimi yazamam, Çok uzun destan olur. Artık benimle alakadar olunmuyordu. Sanki sönmüş kürenin üstünde tek başıma kalmıştım... Akşam namazları kılınmış, kuru ekmekler doğranan çorba çoktan kaşıklanmıştı. Genelde tek bir yemek yapılıyordu evde. O da umumiyetle çorbaydı. Ama bu akşam mercimek