Ne kadar zaman geçti bilmiyorum kapının vurulmasına uyandım!..

Biraz sonra yemekler getirildi, yendi. Babam niçin geldiğini söyleyince Garip Ağa pek sevindi... Kocaman bir ev, büyükçe bir ocak yanıyordu karşı duvarda. Ocağın üzerinde zincirle asılı kapkara bir kazan sarkıtılmıştı. Bizim evlere ve usulümüze hiç benzemiyordu. Böyle olmasından mı ne ürktüm, çekindim. Kadınlar beni görünce gülüşmeye başladılar. "Aman ne güzel uşakmış Boynunda asılı olan da ne Anan adı, baban adı, kimsiniz Nereden gelip nereye gidiyorsunuz" O kadar çok sual yağmuruna tuttular ki aklım başımdan gitti. Onlara ne cevap verdiğimi dahi hatırlamıyorum. Gözlerim doldu başladım ağlamaya. Dışarıdan birine seslendiler; "Ola gelin bu nazlı veledi götürün, ağliir!" Onların yanından ayrılıp odaya geldiğimde babam namaz kılıyordu hasırın üzerinde. Kimseler de yoktu Biraz sonra yemekler getirildi, yendi. Babam niçin geldiğini söyleyince Garip Ağa pek sevindi, âdeta avuçlarını ovuyordu: "Tam yerine gelmişsiniz istediğiniz ambar bende var" dedi, fiyat söylendi, pazarlık yapıldı. Elli lira nakit para ve bir de babamın gümüş köstekli saatine talip oldu ne hikmetse, neticede anlaştılar. Hemen oracıkta babacığım gümüş köstekli, pek kaliteli olduğunu söylediği saatini çıkardı, cebinden bir deste de kâğıt para saydı, ikisini birlikte uzattı. Hâlâ gözümün önünde adamın bir alışı vardı sanki ganimet bulmuş gibiydi. Pek iştahla gülücükler dağıtıyordu cebine koyarken Gece bu odada kalacak, sabah erkenden ambar yüklenip geri dönecektik. Tek kişilik yatak serildi. Hayırlı geceler denildi, ayrıldılar. Babamın Keçesorlu Kâmil Babadan dersi vardı. Bana döndü: "Lütfü, sen yorgunsun, istersen yat, ben yatsıyı kılıp derslerimi çekeceğim" dedi. Ben de elbiselerimi çıkarmadan ayakucuna iliştim öylesine Zaman ne kadar geçti bilemiyorum; pek şiddetli bir kapı vurulmasına uyandım. Babam "Kimsiniz, ne istiyorsunuz" dedi, ne hikmettir bilmiyorum içerideki odunlarla da kapının arkasını iyice açılmayacak şekilde kuvvetlendirdi. Dışarıdaki ses: "Aç kapıyı biz kebap vuracağız!"