Namazdan sonra Gerekliler misafir odasına doldular...

"Hasan Babanın çok iltifatlarına mazhar oldum, çok kerametlerine şahit oldum. Yeri geldikçe anlatırım inşallah..." Hafız Lütfü: -Aman Allahım o ne kalpten duâydı. -Eee sonra -Yetmez mi -Bitti mi -Bizde hatıra biter mi oğul! -Gerek'te ne yaptınız -Akşam namazını müteakiben neredeyse bütün Gerekliler misafir odasına doldu. Zaten sık sık böyle bir araya geliyorlarmış. "Halka-i zikrullah" kuruldu. En son biri daha geldi. Kulağıma eğildi mübarek: "Hafız, bu gelenin çok büyük kabahati var. Onu sen yanına al. Ben esmayı verdikçe siz birlikte "Hu Allah" diyerek zikredin" Hiç bekletmeden; "Peki" dedim. Askerden yeni gelmişim, pek kuvvetli zamanım. Zaten pehlivanlığım da vardı. Askerde başaltında şampiyon olmuştum. Bir gün onu da anlatırım nasip olursa. Yorulmak nedir, bilmiyordum. Halka-i zikrullah başladı; "Hasbi Rabbi Cellallah, mafi kalbi hayrullah... Nur Muhammed sallallah, Lâ ilahe illallah!" derken odadakiler coşuyordu âdeta. Buna can mı dayanırdı Hasan Baba: "Bırak arkadaşını" buyurunca, ben de emre itaat icabı bırakıverdim. Adam bir külçe gibi yığılıverdi hasırların üzerine. Meğer bayılmış. Halka-i zikrullaha "destur" verilerek durduruldu... Hasan Baba, bu bayılan adama döndü: "Sen nasıl bir kalp taşıyorsun Allahtan korkmadın mı hiç O taze bandaların, o yeni filizlenmiş armutların tepesini kestin! Hiç vicdanın sızlamadı mı" daha neler demedi ki. Cemaatin huzurunda ve şahitliğinde bir daha yapmayacağına dair tövbe ettirdi, söz aldı. Kul hakkı, hayvan hakkı mevzuunda çok hoş bir sohbet oldu. Duymadığımız sırları öğrendik. Nihayetinde çaylar içildi, helalleşildi. O adam da iyice kendine geldi, kalktı Baba hazretlerinden özür diledi, bir daha o hataları yapmayacağına, ağaçların tepelerini kesip kurumalarına sebep olmayacağına