"Muvaffakiyetler, tesadüfen olmuyor Jale Hanım kardeşim..."

Doktor Nefise:

- Yine güldürdün beni Jaleciğim. Rabbim de seni hep güldürsün, iki cihanda da... Tıbbiyeyi kazanıp fakülteye gittiğim ilk gün ilk derse giren hocamız amfideki kürsüye geçti. Tek tek yüzümüze bakarak tebessüm etti. Bize ilk ne deseydi iyiydi

- Herhâlde "Hoş geldiniz doktor adayları..." demiştir.

- Yok, bilemedin! İlk dediği: "Biliyor musunuz çocuklar Öyle bir meslek seçtiniz ki her şeyi bilmek mecburiyetindesiniz! Az kenarından ucundan da değil, en teferruatlı şekilde, hem de yeteri kadar değil daha fazlası ile bilmelisiniz!" Sonra "Hoş geldiniz..." dedi, tanışma faslına geçildi.

- Çok enteresan bir tarz. Peki, demediniz mi "Hocam, ilk derse niçin böyle başladınız" diye.

- Demez olur muyuz İçimizde öyle muzipler, kendini beğenmişler, çokbilmişler vardı ki, neredeyse talebelerin yarısına yakını el kaldırdı. Profesör de şöyle cevaplamıştı: "İşin ehemmiyetini anlamanız ve bu anı unutmamanız içindi çocuklar..." Hakikaten de öyle oldu. O ilk dersi ve o cümleleri hiçbirimiz unutmadık.

- Şimdi daha iyi anlaşıldı doktorların farklılığı. Hem doğuştan zekiler hem müteşebbis hem de kendilerini iyi idare edip doğruya, faydalıya, güzele iyi yönlendirebiliyorlar. Bu kadar mühim hususiyet bir araya gelince muvaffakiyet de ihsan olunuyor.

- İşte o dediğin yabana atılacak şey değil Jale Hanım kardeşim. Muvaffakiyetler, tesadüfen olmuyor. Bir mübarek zat "Muvaffak olabilmenin çok şartı vardır ama en mühim olan dört tanesini söyleyeyim..." buyurmuş ve onları şöyle sıralamış:

Muvaffak olabilmenin birinci şartı ZEKÂ ile alakalı, yani insan zeki olmalıdır. Okuduğunu doğru anlamalı, unutmamalı, sebep, netice münasebetlerini iyi ve isabetli kurabilmelidir.

İkincisi İLİM sahibi olmalı. Zeki ama cahil. Talim terbiye görmemiş bir insan, istese de muvaffak olamaz.

Üçüncüsü çok AZİMLİ olmalı, gayretli olmalı. Zeki, ilmi de var ama elini kıpırdatmaya niyeti yok. O ilim, o zekâ ne işe yarayacak Hiç!