"Kaderden kaçamazsın oğul! Kaçışın nereye kadar olur ki"

Uzaktan paltosuna bürünmüş gelen karaltıyı görünce babası aklına geldi. Kulaklarında hâlâ o müşfik sesi yankılanıyordu. Küçük Ali; "Şimdi, eve eli boş dönersem, hayatımın bir mânâsı kalmayacak. Onlar için yaşamış olmayacağım! Ben, sağ olduğum müddetçe onlara acı çektirmeyeceğimi, babamın yokluğunu; hiç ama hiç belli ettirmeyeceğime söz vermiştim! Mutlaka muvaffak olmalıyım! Başka yolu yok!" diyerek, kendi kendine kuvvet verdi, ahdetti. Korktuğu; hasta bacısına bir şey olması, anacığının bir daha yıkılması, acı çekmesiydi... Onların sağlıklı, huzur ve saadette olmalarını ne kadar da çok istiyordu! Ani bir hareketlerle elindeki yükünü, koltuğuna sıkıştırdı, açılan önünü çekti, düğmelerini ilikledi. Çocukların oynaşmadığı parkı görünce elinde olmadan durdu. Babasının zamanında, ailece buraya çok gelmişlerdi. Şu ağacın altındaki bankta annesiyle babası otururken, kardeşiyle ne kadar koşturmuş, gülmüş, eğlenmişlerdi. Salıncakta sallanmış, merdivenleri tırmanmış, kaydıraktan defalarca kaymış yine de yorulmamışlardı. "Çok özledim o günleri çook!" derken kendini zor tutuyordu. Sanki onlar yalandı. Derin derin soluklandı. Nereden, nasıl geldiyse burnunu; rutubet karışımı pas kokuları dolduruverdi bir anda. Hafif bir rüzgâr pardösüsünü arkaya savurdu. Zaman zaman bulutların sakladığı kıpkızıl güneş, çatıların üzerinden bakıyor, yapraksız kuru dallar belli belirsiz hareketlerle sağa sola savruluyordu. Nereye gideceğini, ne yapacağını bilemeden oyalanıp dururken, bütün dünyanın buz kesildiğini, ayaklarının donduğunu sandı. Üşüyen ellerini koltuk altına sokabiliyordu lakin ayaklarını ne yapacaktı "En iyisi bir kahvehaneye gireyim, biraz ısınır, tekrar çıkarım" dedi, gözlerini dükkânlara taraf çevirdi, derin bir nefes daha aldı. Uzaktan paltosuna bürünmüş gelen karaltıyı görünce babası aklına geldi. Kulaklarında hâlâ o müşfik sesi yankılanıyordu. Seneler öncesi bir vesileyle söylemişti: