İnsan bu kadar mı iki zıt karakter taşırdı!.

Anacığım sık sık tekrar eder dururdu: "Kızım, kızların mücevherlerini çalmak için şeytanın aklına bile gelmeyecek, envaiçeşit tuzak kurarlar bu eşkıya erkekler! Sakın mücevherini çaldırmayasın! Sakın ha!" der dururdu. Bu mücevher dediği de neydi On beş yirmi yaşlarında baldırı çıplak bir kızcağızda mücevherin ne işi vardı Kim kaybetmişti de o bulmuş olsaydı. Bu analar amma da tuhaftı! Nereden bulur uydururlardı böylesi sözleri Galiba şimdi az da olsa anlar gibi oluyordum ama... neyse...Fakat yine de işi pişkinliğe vermeye, yanlış anlama acizliğine düşmek istemiyordum. Olur ya "insan hâli" dedim, koluna girdim Tanju'nun.Şehir aynı şehir, mevsimler aynı, vakit aynı vakitti de mekân o mekânlar, insanlar o insanlar değildi. Anneciğimle evin kapı önünde otururken, bunun gibi ve belki bundan keyifli, daha renkli; motor seslerine karışan kuş cıvıltılarıyla dolu nice sabahlar, gözlerimin önünden akıp geçmişti bir sinema şeridi gibi. O devir ile bugün arasında ne kadar büyük fark vardı O günler nasıl geçti,Kısa zaman içindeNe ekmişti ne biçtiSaplar harman içinde. Dünyadan usanmadım,Yaşlanırım sanmadım,Anneme inanmadım,Kaldım yaman içinde. İncele kabirleri!Göresin ölenleri,Yırtılmış ciğerleri,Yatar pişman içinde. Hoca, sıradan bir kul,Satılsa etmez bir pul,Onun değil bu usûl,Can var canan içinde. Evet, bu yazdıklarım; sizlere sıradan bir karı koca masalı gibi gelmesin lütfen! Öyle anlaşılmasını hiç istemem. Sayıp dökeceklerim acı ve acı olduğu kadar da bizzat yaşadığım hakikatledir.Şimdi canınızı sıkmadan Tanju'nun