"Haydi hocam sıra sizde! Pehlivanlığını biliyoruz da..."

"Recep Dede, nazar hak Bizler müminiz elhamdülillah. Kim bilir ne hikmetleri vardı da bilemiyoruz" Mehmet Çavuş: -Kendi kendime dedim ki; "Bu adamın ayağının altı öpülür." Bir hamlede protokolün önüne getirip sırtüstü, çimenlerin üzerine yatırınca; paşa bile ayağa kalktı, bütün subaylar da Kısa zamanda çokbilmiş hasmını tuş ederek meydanı dar etmişti. Paşa, resmî prosedürü bıraktı o anda bulunduğu yere çağırdı, alnından öptü. Kırmızı kurdeleli hediye paketini bizzat kendi eliyle verdi. O müsabakada başpehlivanlığı da ben aldım. Bizim tabur en büyük madalyaları toplayarak çok büyük bir itibar kazandı. Günlerce bu şampiyonluğumuz konuşuldu. Hâlâ da konuşuluyor. Recep Dede: - Mehmet Çavuş, asker arkadaşın köyümüzün imamı demek boş adam değilmiş. İlk geldiğinde delikanlılar Meheddin Ağagil'in kapı önünde bir kol taşı attırmışlar, "Kimsenin geçmesi mümkün değil" diyorlar. Ben genç olsaydım muhakkak sınardım kendimi, ama şimdi o kuvvetim yok. Biliyor musun Hocamıza nazar değdi. Bu hesapta olmayan hastalıklar, bana göre nazar. Hiç görülmemiş, duyulmamış illete düçar oldu, gözümüzün önünde. Çok üzüldük, çok dualar ettik Hak teâlâ tekaddes hazretleri yeniden evlatlarına ve bize bağışladı. - Recep Dede, nazar hak Bizler müminiz elhamdülillah. Kim bilir ne hikmetleri vardı da bilemiyoruz Benden bu kadar şimdi babası Yusuf Hocanın kerametini de bizzat yanında şahit olan oğlundan dinleyelim. - Haydi hocam sıra sizde. Pehlivanlığını biliyoruz. Bir de Yasamal'da tırpan sallatırız kolların hakikaten çelikten mi, yoksa söğütten mi görürüz. - Tamam Recep Ağa nasıl isterseniz. - Hadi seni dinliyoruz hocam. - Mevsim güz, pinavunlar hazırlanıyordu. Çok küçüktüm, sekiz, dokuz yaşlarında hafızlık yapıyordum. Evimizin bir ambara ihtiyacı vardı. Nerede, nasıl alınacağını sorup öğrenen babacığım bir gün "Hafız Lütfü oğul; Halil hocana selamımı söyle iki-üç gün müsaade etsin. Şenkaya tarafına gideceğiz.