Hacer Anne'nin ela gözleri kan çanağına dönmüştü!..

Ankara işini âdeta iple çektim. Ufak tefek bir şeyler de hazırladım, hızlı trenle vardık. Bizim için de farklı bir yolculuk oldu.Tanju'yu istediği yere bıraktıktan sonra elimdeki zarfın üzerine yazılı adresi söyledim sarı taksi şoförüne. Burası İstanbul'a hiç benzemiyordu, adam eliyle koymuş gibi buldu.Hacer Anne'nin ela gözleri; kan çanağına dönmüştü. İstanbul'dan gelmesini beklediği Aylin'ine bir tas çorba koymak için eski usulle tarhana hazırlamış meğer. Dolabını açtı gösterdi. "Bunları Aylin için hazırlamıştım... Ben şimdi onsuz nasıl yerim" dedi küllenmeye henüz yüz tutmuş ateşimi harlandırdı. Sarıldık, doya doya ağladık. Gözlerimizde yaş kalmadı artık. "Hem ne aceleleri vardı" dedi, söylendi. Hızla mezarlığa götürmelerini hiç hazmedemiyordu. Aylin'in elbiselerini, kitaplarını gösterirken yükselmekte olan güneşin bile tutuşup kavrulduğunu, o üzüntüyle Ankara semasını kızıla boyadığını görüyor; "Artık Aylin'imin üzerine sımsıcak doğmayan güneşi neylerim" diyor gözyaşı döküyordu durmadan.Bir ara dışarı baktım, sanki acısından olsa gerek oradan oraya sürüklenen pamuk yığını bulutların etekleri tutuşuyor ve göğü saran kan rengi yangına benzeyen güneş; kapı önlerinde, duvar diplerinde bazen sesli bazen sessiz ağlayan ama mutlaka ağlayan bizlerin yüzünde kızıl gölgeler oluşturuyor, ahımız, vahımız, çaresizlik içinde inlemelerimiz arş-ı âlâya yükseliyordu.Yanı başımızdaki ocaktan hâlâ incecik mavi bir duman kıvrım kıvrım göğe yükselirken yanık çam kokularını alıp betonarme evlerin üzerinden ta uzaklara taşıyordu. Hacer Anne; genç yaşta mezara konan kızının "Ah ana! Böyle bize ne oldu" diyen sesini duymamak için mi ne köşe bucak dolaşıyor, ne yapacağını bilmiyordu. Son kuvvetini toplayarak pencerenin önüne çömelip ailesi ve bizler için duâ etti Hacer Anne. Böyle durumlarda bütün acıları içinde; "tam şuracığında" hissediyor, yalnızlığın, garipliğin, fukaralığın, aldanmışlığın mahcubiyetiyle