"En iyi öğrenme metodu, sual sormaktır, malumunuz..."

Bizim hükümdarlığımız da dört duvar arasındaki dört kişilik ailemizdi. Bence bu çok mühimdi. Bir ailede herkes bir tarafa çekseydi birlik, beraberlik ve ona mahsus muhabbet hasıl olabilir miydi Her birimiz başka kafada olsaydık nasıl ayakta ve hayatta kalabilecektik ki.. Her akşam uykumuz gelene kadar kitap okuyor, dinimizi öğrenip anlamaya çalışıyorduk. Önceleri çocukları bu merasime katmasak da bu mevzular dikkatlerini çektiğinden onları da aramıza almış, hatta okumaları onlara, dinlemeleri de bize ayırarak iş bölümü bile yapmıştık...Yine böyle bir gün, bir araya geldiğimizde, kitap okumaya başlamadan kafama takılan suâllerden bazılarını sordum Tanju'ya:- Ya Tanju, bana kızma da bir şey soracağım.- Niçin kızayım- Ne bileyim belki "cahil" dersin diye çekiniyorum.- En iyi öğrenme metodu, suâl sormaktır, malumunuz.- O zaman hazır ol! Bu yaşa gelene kadar hep oyun eğlence içindeydik. Malumunuz çok günah işledik. Tövbe edenin affolacağını bildiğim hâlde yine de şeytan vesvese veriyor. Ne etsem de kurtulamıyorum bunlardan. Gelip önüme dikiliyor eski suçlarım, günahlarım. "Ya kurtulamazsam, ya ebedî hayatımı kaybedersem..." deyip kendi kendime üzülüyorum.- Bir kere tövbe edenin, anasından yeni doğmuş gibi tertemiz olduğunu Nefise Doktor da söylemişti. Hem burada da okumuştuk defalarca. Vesvese olmaz, dîn îmân meselesinde. İkincisi o tövbe ettiklerimize geri dönme isteğimiz de yok elhamdülillah. Eski hayatımızı, işlediğimiz günahlarımızı sevmiyoruz, hatta büyük pişmanlık da duyuyoruz öyle değil mi- Orası öyle de...- Şüphe yok! Bak sana ne anlatacağım. Vaktin var mı Dinler misin- Ne demek, memnuniyetle. Çocuklar da gelsin, beraber dinleyelim.- Hey çocuklar! Sizi bekliyoruz! Biraz elinizi çabuk tutunuz.- Geldik anne! Hadi anlat babacığım.- Şöyle rahat oturun bakayım. Sizleri görünce çocukluğumda yaptıklarım aklıma geliyor.- Aklınıza gelenlerden birini anlatıverseniz babacığım.- Seni mi kırayım oğlum Anlatayım. İlkokula başlamadan evvel oturduğumuz ev bir caminin tam karşısındaydı. Üşenmez her ezanda kalkar camiye gider, namaz kılardım. Kılardım da bir şey bilmezdim. Öylesine cemaatin arasına karışır, yatıp kalkardım. Yani namaz kılmanın böyle bir şey olduğunu düşünürdüm. Sûre, duâ bilmediğim gibi neyin, nerede, nasıl okunacağından da haberim yoktu. Ancak kimden duymuşsam tam hatırlamıyorum