"Bugün bir çizik daha attım defterime 'yine yoksun' diye"

"Aylin, artık hiç bu dünyaya gelmemiş gibisin, artık yoksun, nefes alıp vermiyorsun, gelmiyor gitmiyorsun, istesen de gelemeyeceksin Aylin'im! Gittiğin yerde rahat ve memnunsun ki sesin soluğun da çıkmıyor! Hastalığından tam ve sonsuza dek şifa buldun, ağrıların da dindi, sana eza cefa edenler de artık ortalıkta görünmüyor, galiba tarumar oldular... Sana kalmayan dünya onlara mı kalacaktı" deyip ağladım.Fotoğrafların üzerine gözyaşlarım damlayınca "Jale bu kadar da fazla oluyor..." dedim, hatıralarımı yazdığım kalın defterimi aldım."Bugün bir çizik daha attım defterime; 'yine yoksun' diye... Sayfalar doluyor, güneş bütün kuvvetiyle siliyor her yeni günle karanlığı ama sen gelmiyorsun hâlâ. Sessiz, hissiz, şuursuz bir boşluk gibi, kör, sağır yahut ölü gibi... Beni hiç duymuyorsun, duyamıyorsun Aylin!""Biz seninle bir rol üstlenmiştik bu DÜNYA HAYATI filminde. Sahneler tek tek çekiliyor. En sondayım... Hikâyenin sonunda, sanki diğer bütün karakterler gitmiş de bir ben kalmışım ve çıplakmışım gibi... Bir duvarın köşesine sinmiş, şekli şemaili gözyaşlarından silinmiş, okunamaz hâle gelmiş bir kadın karakterim... Başrol vermişler bana ama mutlu sonla bitmiyormuş bu film ve hikâyesi. Boş sokaklarda, yağan yağmurun altında minik çakıl taşlarını tekmeleyip esen rüzgâra kızan, gözyaşından kendine bir deniz yapıp o denizde boğulan kadın benim... Bilmiyorsun Aylin!"Hatıra defterimin son cümlesini de şöyle yazdım, kapattım:"Anlaşıldı, hakikaten yoksun ve gelmiyorsun, hiç gelmeyeceksin de! Sen gelmezsen biz geleceğiz, bekle!" Titrek sesli birinin, uzaktan uzağa sesini duyunca kendimden geçtim. "Sanki Aylin mezarından sesleniyor..." diye söylendim. Güneş, ta tepemize kadar yükselmiş, gökyüzündeki beyaz bulutçuklar, sigara dumanı gibi sağa sola savrulmuştu. Nar kürenin, lacivert denizdeki aksi yakamozlar, göz kamaştırıyordu. Gittikçe hava daha ziyade ısınıyordu