"Ben İstanbul'a gitmeye karar verdim Hayriye Hanım!.."

"Hoca Efendi, sen böyle değildin! Ne oldu Allah'ını seversen anlat da biz de bilelim!.. Keyfin de yok! Hasta mısın" Keçesor'da vazife yaparken enteresan bir hadise yaşıyor: Köye o zaman İstanbul medreselerinde tahsil görmüş bir hoca efendi gelmiş misafir olarak. Akrabaları varmış, tabii vakit namazlarına camiye teşrif edince Lütfü Hoca da okumuş biri olduğunu anlıyor, cübbeyi verip imamete geçiriyor... Misafir, vaktin namazını kıldırdıktan sonra bir de aşr-ı şerif okuyor. Okuyor ama Lütfü Hocada şafak atıyor. Teşekkür edilip eve dönünce çok kederli olduğunu gören hanımefendisi, pek korkuyor, çünkü onu şimdiye kadar böyle üzüntülü hiç görmemiştir. Her ne sebeptense soramıyor da. Öyle yarı meczup vaziyette yatağına giriyor Lütfü Hoca. Meseleyi açacak ama nasıl açacağını bilemiyor... Gece sabaha kadar sağdan sola, soldan sağa dönüp kıvranıp duruyor. Horozların ötüşüyle sabah namazına kalkınca Hayriye Hanım da kalkıyor ve daha fazla dayanamıyor: - Hoca Efendi, sen böyle değildin! Ne oldu Allah'ını seversen anlat da biz de bilelim! - !!! - Keyfin yok! Hasta mısın - !!! - Çok kederlisin! Biri, bir şey mi dedi Kavga mı ettin köylülerle Gibi sual yağmuruna tutunca Lütfü Hoca, beklemediği bir cevap veriyor: - Hayriye; o dediklerinden biri olsaydı gam yemezdim, onları aşmak çok kolaydı. Keşke... - Keşke demek de ne Peki ya ne oldu da çok kederlisin Paranı mı kaybettin, köyden kötü bir haber falan mı yoksa, çaresiz bir derde mi yakalandın - Daha büyük! - De hele, korkutma beni! - Hasta olsaydım Horasan'a gider doktora görünürdüm, biri bir şey deseydi Hoşov'da yaptığım gibi boyun eğip durmaz, çeker çıkardım! Aha şuracığıma bir kor düştü, yakıp kavuruyor! Görünmez duman ve alevler içindeyim ki sorma! - Allah Allah! - Ben İstanbul'a gitmeye karar