Beğensek de beğenmesek de şehir hayatı böyleydi...

Fiziki görünüşümüzde iliklerimize kadar huzur ve saadetle dolmuştuk da içimiz öyle miydi İşte orası tam belli değildi.Gece yağmur çiselemiş, ya da pek ziyade çiy düşmüş olmalı ki çimenlerin üzeri hâlâ rutubetliydi ama umurumuzda mıydı Açılan dükkânların kepenk gıcırtıları, vınlayıp geçen motor gürültüleri, otobüs, dolmuş, taksi korna sesleri, uzaktan yakından vapur düdükleri de olmasaydı ne rahat edecektik. Beğensek de beğenmesek de şehir hayatı böyleydi. Gülü seven dikenine katlanırdı. Bizim de umurumuzda değildi zaten. Teknoloji, çağdaş medeniyet bunu icap ettiriyordu. İtirazımız yoktu.Anacığım sık sık söylenip dururdu kalabalıkları görünce: "Ne kadar çok insan, o kadar dert..."Oturduğumuz yerden bir bağrı yanığın içli gazeli, istediği yapılmayan bir çocuğun cazgırlık çıkarıp ağlaması kulaklarımızı tırmalıyor, keyfimizi kaçırıyor olsa da duymazlıktan, görmezlikten geliyorduk. Bize göre mutluluk, sadece kendimizi, keyfimizi düşünmekle olurdu. Başkalarının derdiyle dertlendin mi bittin felsefesindeydik!..Demirci körüğünde kızdırılmış nar bir top misali güneş, gökdelenlerin tepesine iyice yükselmiş, etrafına hafif pamuk yığını misali beyaz bulut parçacıkları üşüşmüştü. Rüzgâr, hissedilmeyecek kadar sessiz, Marmara da o nisbette mavi atlastan çarşaf gibiydi.Tanju'mla hayatın tadını çıkarıyordum lakin anacığımın tokmak gibi kafama kafama indirdiği cümlelerden kurtulamıyordum hâlâ; "Kızım bu devrin erkeğine itimat edilmez! Niçin edilmezmiş Korkusu yok! Korku dediğim de iç korkusu, daha açık söyleyeyim ALLAH KORKUSU yok, otokontrolü hiç yok! Onlar, yuları çözülmüş besili beygir gibiler, ne zaman tekmeleyecekleri belli olmaz! Kafesi açık bırakılmış aç aslan, tasması çıkartılmış Pitbull gibidirler! Nerede ısıracakları, nerede ne yapacakları kolay kolay anlaşılamaz! Aman kızım ne et et kendini düşün! Bizleri düşünme! Sadece kendini düşün yeter! Kendini ateşe atma canım evladım!"