Anlayacağınız pek çaresizdim ve iş işten çoktan geçmişti!..

Ben "Mademki bu sayfalarda dertlerimi paylaşıyorum. İçimden gelen her şeyi olduğu gibi yazmalıyım" diye düşünüyorum. Okuma yazmaya çok hevesli insan bulmak bu devirde kolay değil malumunuz... Olanlara da doğru malumat vermeliyim. Onun için evliliğimizin ilk günlerinde Tanju hakkında sükûtuhayale uğradığımı açıkça ifade ediyorum.Yahya Kemal Beyatlı'nın veciz ifadelerinde dile getirdiği gibi "dönüşü olmayan bir yolda" idik ve ne söylesek de azdı. Dönülmez akşamın ufkundayız. Vakit çok geç;Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç! Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile,Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle. Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan,Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan. Geçince başlayacak bitmeyen sükûnlu gece.Guruba karşı bu son bahçelerde, keyfince. Ya şevk içinde harab ol, ya aşk içinde gönül!Ya lâle açmalıdır göğsümüzde yahud gül. İşte Jale denilen bitirim kız bendeniz, o ilk diyaloglarımızla, hani bir önceki sayfalarda, çimenlerin üzerinde keyif yapalım derken anlattığım ve çok şaşırdığımı belli ettiğim kısa konuşmamızda maddî ve manevî sıkıntılar çekeceğimi, yalnızlık ve psikolojik bunalımlar içinde kıvranacağımın da mesajını almıştım ama elimden geldiği kadar belli etmemeye dikkat ediyordum.İlk farkına vardığım an her şeyi bitirecektim ama öyle gemileri yakıp gelmiştim ki Tanju'nun kollarına, birden kesip atmam hele geri dönmem âdeta imkânsız gibiydi. Bütün kapıları açılmamak üzere kilitlemiştim üzerime. Baba ocağına geri gitmeye yüzüm olmadığı gibi her şeye rağmen gitsem bile sorabilecekleri suallere verebileceğim hiçbir cevabım da yoktu. Anlayacağınız pek çaresizdim ve iş işten çoktan geçmişti. Bu İTİRAFLARIMDA en çok kullanacağım söz ise: "Bad'el harâb'ül Basra..." cümlesi olacaktı. Şimdiye kadar kaç defa kullandığımı bile